Rauf Orbay 2: Mondros Ateşkesini İmzalaması
İkinci Bölüm
Mondros Ateşkesini İmzalaması
MUSTAFA KEMAL İLE TANIŞMASI
Rauf Bey ile Mustafa Kemal Bey’i 31 Mart Olayını bastırmak için Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelişinde Cemal Bey (Paşa) tanıştırdı:
Mustafa Kemal Paşa’yı ilk defa 31 Mart vakasını müteakip 1909 yılı nisanında, İstanbul’un o zaman Makriköy denilen Bakırköy telgrafhanesinde görüşmüştür.
Erkan – ı Harbiye Kolağası rütbesi ile Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa’nın emirlerini yazmaktadır. Omzunda pelerini, yorgun ve solgun siması, sakin tavrıyla dikkati çeken bu zat Mustafa Kemal’dir.
Rauf Orbay, Mustafa Kemal ile isyan bastırıldıktan sonraki günlerde Mahmut Şevket Paşa’nın karargâhında rast geldikçe görüşmüştür. Atatürk, yeni tanıştığı deniz subayı Rauf Beyden diğer arkadaşlarına da övgüyle bahsetmiştir.
Sene 1918: Osmanlıların 1. Dünya Savaşından yenik çıktığı kesinleşince Talat Paşa Kabinesi istifa eder. Yeni kurulan Ahmet İzzet Paşa Kabinesinde, Rauf Orbay Bahriye Nazırlığına getirilir:
Bu görev ile Rauf Beyin askerî hayatı sona ermiş, siyasi hayatı başlamıştır. Sadrazam Ahmed İzzet Paşa, Bahriye Nazırı Rauf Beye müttefikler ile mütareke imkanlarını araştırması talimatını verir.
Tarih: 30 Ekim 1918, Çarşamba.
Yer: Ege Denizi’nde, Yunan kıyısındaki Mondros Limanı’ndaki İngiliz Agememnon Savaş Gemisi,
Taraflar: Birinci Dünya Savaşı Galipleri adına, Müttefik Kuvvetleri Akdeniz Başkomutanı İngiliz Amirali Sir Arthur Galthrope, Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nâzırı Hüseyin Rauf Bey ve iki tarafın delegeleri.(1)
Rauf Orbay Osmanlı delegelerinin başında baş murahhas olarak Mondros Mütarekesini imzalar. ¹
İngiliz Amirali Galthrope, Hüseyin Rauf Bey’e buz gibi eda ile yirmi beş maddelik bir anlaşma metni uzatmıştı.
Kendisine uzatılan mütareke metnini incelediğinde Hüseyin Rauf Bey, bütün askerlik ve siyasî hayatının en sıkıntılı ve küçük düşürücü anıyla karşı karşıya kaldı. Rauf Bey, incelemek için zaman istedi. İngiliz amirali, şerefli hizmet geçmişini çok iyi bildiği Türk denizcisinin, bu vakur ve mantıklı çıkışını sükûnetle dinledi. Galip olmanın ve Hamidiye Kahramanını böyle bir çaresizlik içinde bırakmanın verdiği gururla şu cevabı verdi:
“Elinizdeki maddelenmiş şartlar kayıtsız şartsız yerine getirilecektir: Bu bir teklif değil, karardır…”.
Durumu Padişah’a ve Bâb-ı Âli’ye bildiren Rauf Bey’e “evet” cevabı gelince, mütarekeyi imzalar. Kendisinin siyasî hayatını gölgeleyen bu mütareke, Osmanlı Devleti açısından Birinci Dünya Savaşı’nı tam bir yenilgiyle sona erdiriyordu.
Rauf Bey 2 Kasım 1918 tarihli Tasvir-i Efkâr ve Yenigün (2) gibi gazetelerden anlaşılacağı üzere basına Mondros’u bir zafer olarak sunmuştur. Verdiği demeçte:
- “Hoşnut ve gururluyum. Ülkenin ve saltanatın geleceği bu bırakışma ile bütünüyle güvence altına alınmıştır. Bu metin iki eşit taraf arasında imzalanmıştır. Britanya, Türk ulusunun yok olmasını istemiyor. “
- “İmzaladığımız mütareke sonucunda devletimizin bağımsızlığı saltanatın hakları tamamen kurtarılmıştır. Bu mütareke yenen ile yenilen arasında imzalanmış olan bir mütareke değil, belki savaş durumundan çıkmak isteyen iki denk kuvvet arasında imzalanabilecek çatışmalara son veren bir belge niteliğindedir.”
Gazetecilerin soruları üzerine de Hüseyin Rauf Bey:
“İstanbul’umuza tek bir düşman askeri çıkmayacaktır. Tersanelerimiz işgal olunmayacaktır. Demiryollarına el konulmayacaktır. Adana kurtarılmıştır. Ne miktar asker terhis edeceğimizi biz saptayacağız.” gibi son derece iyimser cevaplar vermiştir.(3)
Rauf Bey mütareke imzalanınca General Townshen aracılığıyla Londra’ ya şu mesajı göndermiştir:
” Dönüşünüzde Lord Curzon’a Türkiye’nin İngiltere için pek sadık bir müttefik olabileceğini rica ederim söyleyiniz.”
Milli mücadeleye yardımları dokunan bir paşanın Mondros yıllarında böyle bir demeç vermesi ebetteki şaşkınlık verir. Kurtuluş savaşı sonuçlanınca bu demeci yüzünden çok defa pişmanlık duymuş, açıklamak durumunda kalmıştır.
Rauf Bey hatıralarında, Mondros Mütarekesi’nin imzalanışını şöyle yazmaktadır:
“Müttefiklerimiz teslim olmuşlardı. İleri safhalarda savaşan ordularımız ihanet yolunu seçen azınlıkların tehdidi altında idiler. Savaş malzememiz kalmamıştı. Hazine boştu. Düşmanlarımız kuvvelerini üzerimize yığmışlardı. Bütün vatanı istilâdan kurtarabilmek için mütarekeyi bir an önce imzalamaya mecbur ve mahkûmduk. Neyi kurtarabilirsek kurtaracak, istiklâlimizi elimizde kalabilmiş olanlara dayandırabilecektik.
… Şartların ağırlığı ile o derece perişandım ki, İstanbul’dan ayrılmadan önce Sadrazam İzzet Paşa ile mütarekenin bir an önce imzası ve bu suretle düşman kuvvetlerinin ilerleyişinin durdurulması noktasında mutabık olmakla beraber telsizle maddeleri bildirdim. Cevabın mahiyetini idrak etmekle beraber daha çok ruhî sebeplerle sorduğum soruya müspet cevap geldi. Yaşlı gözlerle ve izacı imkansız olan hisler içinde mütarekeyi imzaladık”.
Rauf Beyin siyasî hayatını gölgeleyen olay, Mondros Mütarekesi’nin altına imza koyan baş murahhas olmasıdır. Yukarıdaki sözlerinde de göreceğiniz üzere, Rauf Bey kendi kendisi ile çelişen açıklamalar yapmış ve ilerleyen zamanlarda imzaladığı bu mütarekenin getirdiği sonuçlar ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Müttefik devletlerin, mütareke koşullarını ihlâl ederek yurdun bazı bölgelerine işgal etmeleri, mütarekeyi imzalayan Rauf Beyin askerlik ve tüm görevlerinden istifa etmesine sebep oldu.
Rauf Bey, ilk önce Kâzım Karabekir Paşa, Cafer Tayyar Paşayla görüşür, sonra birlikte Ali Fuad Paşaya giderler. Ali Fuad Paşa lağvedilen Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu Kumandanlığından açıkta kalarak Harbiye Nezareti’nin emrine verilen Mustafa Kemal Paşanın iki gün önce (13 Kasım 1918) İstanbul’a geldiğini söyler. Hep birlikte Mustafa Kemal Paşaya ziyaret ederek düşüncelerini ona da anlatırlar.
Bu gizli toplantıdan hemen sonra Cafer Tayyar Paşa 1. Kolordu’nun merkezini Edirne’ye taşırken, Kâzım Karabekir Paşa, 15. Kolordu Komutanı olarak, 3 Nisan 1919’da Erzurum’a hareket eder, Ali Fuad Paşa da, 20. Kolordu Komutanı olarak Ankara’ya gider. Rauf Bey de yerel milisleri örgütlemek üzere Ege Bölgesine yönelir.
15 Mayıs 1919’ da İzmir’in işgali Osmanlı kamuoyunda büyük yankı uyandırır.
16 Mayıs 1919’ da Atatürk Refet Bele ve Ayıcı Mehmet Arif ile Samsun’a yola çıkar.
Mustafa Kemal, Samsun’dan ileri gitmeden önce ordu komutanlarının desteğine ihtiyacı olduğunu anlar ve Sivas’ta bulunan Refet ile Ankara’daki 20. Kolordu komutanı Ali Fuat’ı 18 Haziranda Amasya’ya çağırır. Ali Fuat ise beraberinde Rauf’u da getirir. Albay Arif’in tuttuğu tutanak sayesinde 22 Haziran 1919 tarihli bu toplantıda nelerin görüşüldüğü tam açıklıkla ortaya çıkmaktadır:
Mustafa Kemal durumun bir tahlilini yapmakla söze başladı. Herkes, Müttefiklerin isteklerine karşı hiçbir direnç gösterilmezse ülkenin elden gitmiş olacağı konusunda birleşti. Daha sonra, bir ortak hareket planı çizdiler.
Plana göre, ilk aşamada İzmir bölgesindeki çete faaliyetleri artırılacaktı. Rauf Bey eşgüdümden
sorumlu olacaktı. Görevleri, Yunanları hırpalamak ve ülkenin içine ilerlemek istemeleri hâlinde ise bunu geciktirmekti.
İkinci aşamada, yapılabildiği her yerde, eski kadrolar da kullanılarak bir nizamî ordu kurulacaktı. Bunun için gizli asker alma merkezleri açmak ve Müttefiklerin elindeki depoları soyarak silâh yığınağı yapmak gerekecekti. Hiçbir kimsenin, hele hele Sultanın, hükümetin ve mahalli halkın yardımına güvenmemeliydiler. Çünkü eğer başarısız olurlarsa herkes onları reddedecekti; yakalanırlarsa, kimse yardımlarına koşmayacaktı…
Mustafa Kemal tekrar söz aldı ve “Mademki Sultan ve İstanbul Hükümeti İngilizlerin insafına kalmış durumda idi, o halde Anadolu’da, geçici hükümet olarak yeni bir güç oluşturmak gerekeceğini” açıkladı.
Bu sözleri işiten birçok subay, seslerini yükseltti ve değişik gerekçelerle karşı çıktı. Siyasî alana çekilmekten hoşlanmıyorlardı. Özellikle Rauf, Sultanın saygınlığına zarar verebilecek ya da Sultanın hükümetinin gücünü azaltacak her ne olursa olsun kesinlikle karşı çıkıyordu. Ali Fuat ise, Mustafa Kemal’i hiçbir şekilde ne üstü olarak görmeyi, ne de askerlik dışında körü körüne ona itaat etmeyi düşünüyordu. Refet’e gelince, onları Samsun’a götüren vapurun güvertesinde Paşa’nın ateşli sözlerini dinlemiş, ileriye dönük görüşleri ona abartılı gelmişti. Sadece Arif onayladığını belli etti; Arif, zaten Paşanın her dediğine “evet” diyordu.
23 Haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşa ile Amasya Genelgesi’ni imzaladılar. Ana tema: “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” idi.
Hedef: “Ya İstiklâl, Ya Ölüm”dü. Bu üçlü gruba Refet Bey (Bele) de katıldıktan Sivas’a doğru yola çıktılar. Refet Bey, Sivas Kongresi’nin hazırlıklarını yapmak için Sivas’ta kalırken, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Erzurum’a gitti. Burada “Vatanın bütünlüğü, Milletin istiklâli” temel prensip kabul edilirken, Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey Heyet-i Temsiliye başkanlığı ve başkan vekilliğine getirildiler. Erzurum’dan Sivas’a geldiler. Sivas Kongresi 4 Eylül 1919’da Mustafa Kemal Paşanın konuşmasıyla açıldı. Rauf Bey, Sivas Kongresi’nde önce kongre başkan yardımcılığına getirildi, sonra da Kâzım Karabekir Paşanın teklifiyle, İstanbul’daki son Meclis-i Mebusân toplantısına, Sivas Kongresi’ni temsilen katılacak delege olarak seçildi. (4)
27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal, kongre merkezini Sivas’tan Ankara’ya nakletti. Burada Mustafa Kemal, Erzurum’daki havayı bulamadı. Arkadaşları mücadele güçlerini kaybetmişe benziyorlardı. Batıya gittikçe sanki dirençleri gevşiyordu: mademki Damat Ferit’in azledilmesini sağlamışlardı, kendilerini partiyi kazanmış sayıyorlardı. Artık Sultan ve Halife olan VI. Mehmet’i rahatsız edecek başka bir şey yapmamalıydılar. Muhalefet çağı kapanmıştı. Şimdi daha yumuşak bir siyaset güdülmeliydi.
Mustafa Kemal’in saygınlığı giderek azalıyordu. Yumruğunu pek ağır bir şekilde Kongrenin üzerine koymuştu. Müdahaleleri genellikle kırıcı ve temsilcilerin hoşuna gitmeyen tondaydı. Dahası, Mustafa Kemal, kesin biçimde Sultan ile herhangi bir uyuşmaya karşıydı. Peki, Paşanın niyeti neydi? İç savaş mı?
Sorun Mecliste tam celse hâlinde ele alındı.
Mustafa Kemal:
– “Dikkat ediniz!” dedi. “İstanbul’da yabancı boyunduruğunda olacaksınız! İngilizler orada hâlâ her şeyi ellerinde tutuyorlar. Müzakerelerinize sansür uygulayacaklardır. Eğer bunu kabul etmezseniz sizi tevkif edeceklerdir. Meclis, burada, Ankara’da toplanmalıdır. Burası, tam müstakil çalışabileceği yegâne yerdir!”
Ama sözleri hiçbir yankı bulmadı. Ne denirse densin, Sivas’ta veya Ankara’da toplanmanın biraz tuhaf, hatta gayrimeşru bir yanı vardı. İstanbul’da ise, tam aksine, her şey yoluna girecekti. Sultanın saflarına katılmak, ilerisi için mebuslara parlak bir imkân verecekti; şeref payeleri ve yabancı ülkelerde elçilikler elde edebileceklerdi. (5)
Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyelerinden çoğunluğu, Meclisin işgal altında bulunan İstanbul’da toplanmasına baştan beri karşı çıkmışlardı.
Sivas’taki toplantıda İstanbul Hükümetinin ısrarına rağmen, Meclis-i Mebusan’ın orada bir iş göremeyeceği, bu sebeple Anadolu’da ve tercihen Eskişehir’de toplanması gerektiğini ileri sürenlere, Kâzım Karabekir Paşa karşı çıkarak şöyle dedi:
“… Millî hükümetin muvaffakiyetle kurulması için, Meclisin evvelâ İstanbul’da toplanması şarttır. Bu meclisin ömrü ve istikbali yoktur. Meclis toplandı diye, İtilaf Devletleri hakkımızda verdikleri kararı değiştirecek değillerdir. Aksine Kuvvâ-ı Milliye’den sayacakları mebusları bilhassa İngilizler, ilk fırsatta yakalayıp süreceklerdir. İşte o gün, Millî Hükümetin en iyi şekilde kurulabileceği gündür. Millî Hükümetimiz Anadolu’nun göbeğinde, güneş gibi doğacaktır”.
Kâzım Karabekir Paşanın konuşması bitince Rauf Bey:
– Demek İstanbul’da Mebusân Meclisini İngilizler basıp Mebusları tevkif ile sürerlerse, Millî Hükümetin kurulmasına kat‘i karar verip, kolaylıkla muvaffak olacaksınız? diye sordu.
Karabekir Paşanın olumlu cevap vermesi üzerine Rauf Bey:
“-İngilizlerin bunu yapmamaları ihtimaline karşı bu işi mutlaka tahakkuk ettirmek için, ben tehlikeyi kabul ediyorum. İstanbul’a Meclis’e gideceğim ve dediğiniz olmazsa Anadolu’da Millî Hükümeti kurmağa muvaffak olmanız için, Meclisin ortasında bomba patlatarak kendimi feda edeceğim” deyince, Karabekir Paşa heyecanla:
“-Yüksek alnından bir kere daha öperim” diyerek büyük bir samimiyetle Rauf Beyin boynuna sarıldı ve şu sözleri söyledi:
“-Millî kahramanlıktan çekinmeyeceğini örnekleriyle biliriz. Siz gidiniz, fakat acele etmeyiniz. İngilizlerin bu işi kendiliklerinden yapacaklarından şüpheniz olmasın. O zaman alacağımız ‘Rauf da hapsedildi, İstanbul’dan sürüldü’ haberi benim de ruhumda yaralar açar. Fakat sen, vatanseverlik heyecan ve aşkıyla, Millî Hükümetin doğuşuna mühim bir etken olursun. Evet, bu işi başarmak için sen yetersin… İstanbul’a git, diğer arkadaşlar ve bilhassa Mustafa Kemal Paşa burada kalmalıdırlar”.
Rauf tarafından desteklenen bu görüş, bütün oyları topladı. Meclis’in İstanbul’da toplanması ittifakla kabul edildi. Rauf Bey, Meclis-i Mebusan’a Sivas Mebusu seçildi.
Mebuslar bunun üzerine İstanbul’a gitmeye karar verdiler. Hepsi, Saray tarafından kabul edilecekleri düşüncesiyle, neşe içinde birbiri ardından İstanbul’a gittiler. Erzurum mebusu olarak tekrar seçilmiş olan Mustafa Kemal onların gidişini küçümser bir gülümsemeyle seyretti. Rauf, kendilerine katılması için yalvardı, fakat Mustafa Kemal, birlikte gitmeyi kesinlikle reddetti.
Kararından caymasını isteyenlere de:
– “Kendimi bu çılgınlık rüzgârına terk edemem,” diye cevap verdi. “Esasen ben, Türk halkına, istiklâlini tekrar elde edinceye kadar onu terk etmeyeceğime yemin ettim.”
Bu “çılgınlık rüzgârı” sadece Meclis çevrelerinde esmiyordu. Ankara’da her tarafta, hatta askeri çevrelerde bile Sultan lehine büyük bir hoşgörü şekilleniyordu.
Mustafa Kemal için bu, acı bir bozgundu; belki de hayatında tattığı en acı bozgunlardan biri. Bu genel körlüğe kendini kaptırmayı reddeden Mustafa Kemal, İstanbul’a doğru giden siyasetçi selini üzüntü ile seyreden birkaç genç subayla birlikte Ankara’da kaldı. Ona göre, Türkiye, ancak, düşmana karşı sert bir direnme ile kurtulabilirdi. Vahdettin’i de tanıyor, onun asla müttefiklere kafa tutmaya cesaret edemeyeceğini de biliyordu.
Mebuslar 1920 Ocak ayının ilk günlerinde İstanbul’a geldiler. VI. Mehmet’e, içinde tam bağlılıklarını vurguladıkları ve derinden yineledikleri bir mesaj gönderdiler. Bu formalitenin yerine getirilmesinden sonra çalışmaya koyuldular. “Türkiye’nin vazgeçilmez haklarının müdafaası ile vazifeli, müstakil bir Meclis olarak hareket edeceklerini” açıkladılar ve Müttefiklere olduğu gibi Sultana da müzakerelerine karışmalarını hiçbir şekilde hoş karşılamayacaklarını bildirdiler.
28 Ocak günü, özel bir celsede “Mîsâk-ı Millî” kabul edildi. Bu bildiri, daha önce Erzurum ve Sivas’ta açıklanan, mütareke sırasında düşman tarafından henüz işgal edilmemiş Türk topraklarının bölünmezliği ve bağımsızlığı ilkesini vurguluyordu. Ayrıca Mîsâk-ı Millî’de şöyle denmekteydi:
” Nihayet, Türk halkı, hudutları içinde milli kültüre dayalı olarak kurmayı hesap ettiği devletin tam ve eksiksiz istiklâl ve hâkimiyetle donanmış olmasını talep etmektedir. Bütün kapitülasyonların, bütün imtiyazların, bütün yabancı kontrollerin ve bu durumdan doğan bütün haksız borç senetlerinin iptali istenmektedir.”
Bu, hem Sultana, hem işgal kuvvetlerine, hem de galip devletlere meydan okumaydı.
Mebuslar, İngilizlerin sessiz kaldığını görünce cesaretlendiler. Meclis kürsüsünden, isteklerini haklı göstermek için sert nutuklar söylediler. Davayı kolayca kazanacaklarını ve olayların iyimserliklerini doğrulayacağını zannediyorlardı. Fransızların, İngilizlerin yerini aldığı Kilikya’da ve Kuzey Suriye’de Türk çeteleri, General Gouraud’nun birliklerine saldırmışlar ve geri çekilmeye zorlamışlardı. Urfa ve Antep’teki Fransız garnizonları kuşatılmıştı.
İngiltere ise her yerden birliklerini çekiyor, Kafkasya’yı, Kırım’ı ve hatta Anadolu’nun bazı bölgelerini boşaltıyordu. Ülkenin bir ucundan ötekine, Türkler ise, işgal kuvvetlerinin verdiği emirleri yerine getirmeyi reddediyordu. Müttefiklerarası Komisyonun subayları, görmezlikten gelinmekten, alaya alınmaktan, hatta bazen de hırpalanmaktan şikâyet ediyorlardı. Haberalma birimleri yeni Türk birliklerinin askere alındığını, ülke içinde eğitilip silahlandırıldığını, çetelerin sallarla Gelibolu silâh deposunu İzmit’e taşıdığını bildiriyordu. Kısacası, Mondros Mütarekesinin maddeleri hakaret edilircesine ihlâl edilmekteydi.
İngilizler, eğer bir güç gösterisinde bulunmazlarsa, olayların önüne geçemeyeceklerini anladılar. Son İngiliz birlikleri de Anadolu’yu boşaltmak üzere olduğundan önleyici bir tavır alabilecekleri tek yer İstanbul’du.
Rauf Bey, İngilizlerin Meclis’i basıp vekilleri tutuklayacağını haber aldı. Mustafa Kemal Paşa’ya: “Bunların İstanbul’daki Kuvvâ-ı Milliye başkanlarını tevkif veya Meclis’i basıp, bazı tevkifler yapmak üzere olduklarını” bildirdi ve şöyle dedi:
“Tabii her iki ihtimale karşı da, buradan hiç bir yere gidilmeyecek, işin sonuna kadar namus vazifesi yerine getirilecektir”.
Rauf Beyin ifadesi açıktı; İşgalciler Meclis-i Mebusan’ı basıp, kendilerini tevkif etmek isteseler de, bu basış ve tevkif ediş hadisesinde İngilizlerin saldırganlıklarını, Türk Milleti ve dünya kamuoyunda açığa çıkarmak, Millî Meclis’in önünü açmak için, aylarca evvel Sivas’ta kararlaştırıldığı gibi işin sonuna kadar bekleyeceklerdi.
Mustafa Kemal Paşa bu telgrafı alır almaz, hemen aynı dakikada Rauf Beye şu telgrafı çekti: “İngilizlerin tevkif kararına muhaliflerin yaygaralarına karşı meclisin cesaretle nihayete kadar vazifesine devamı pek parlaktır…” dedikten sonra, derhal gelmelerini istiyordu. Ancak Rauf Bey kendi kendine:
“Hayır Paşam… Bunu yapamam, kaçamam. Buraya kaçmak için gelmediğimi sen de biliyorsun, namus vazifesini sonuna kadar yapmak mecburiyetindeyim…” diye söylediğini hatıralarında kaydetmektedir.
“…Mustafa Kemal Paşaya yazdığım son telgrafta, Sivas’taki müşterek kararımızı hatırlatarak, “Biz burada kalıp vatan borcumuzu ödeyeceğiz’ diye kat‘i kararımı bildirdim”.
16 Mart 1920’de saat sabahın 8’inde, Mustafa Kemal acele ile Ankara telgraf merkezine çağırıldı. Yüzleri endişeli memurlar telgraf makinesinin etrafında toplanmıştı. Mustafa Kemal gelince çekildiler. Makine başına oturan Erzurum milletvekili, gözünün önünden yavaş yavaş geçen şifreyi çözüyordu.
– “Ben makine başında, İstanbul Merkez bürosundan telgrafçı Hamdi. İngilizler Tophane’de… Karaya birlikler çıkarıyorlar… Harbiye Nezaretini işgal ettiler. Altı kişiyi öldürdüler… Giriyorlar… Hattı kesin, buradalar…”
Tıktıklar kesildi ve bandın akması durdu. Ankara posta bürosuna ağır bir sessizlik çöktü.
Sonunda bir memur heyecandan boğulmuş bir sesle:
– “Neler oluyor, Allah aşkına?” diye sordu.
Mustafa Kemal omuzlarını silkti ve sandalyesine oturdu. Kısaca:
– “Çok basit,” diye cevap verdi. “Mebuslar oraya kendileri gittiler ve partiyi kaybettiler.”
Gece boyunca Pera’ya ve Galata’ya 100.000 İngiliz askeri çıkmış ve ertesi gün duruma hâkim olacak şekilde Başkenti hızla işgal etmişlerdi. Şafakta, aralarında Fethi, Rauf ve daha sonra Malta’ya sürgüne gönderecekleri 150 mebusu tutuklamışlardı. Sonra Meclise gelmişler ve binanın etrafında, yaklaşanlara engel olmak ve halka artık oyunun bittiğini göstermek için nöbetçiler dikmişlerdi.
Kentin birçok noktasında silah kullanan Türklere İngilizler de silahla karşılık vermişlerdi. Bazı yaralılar ve yirmi kadar da ölü vardı. Sıkıyönetim ilân edilmişti. Kentin duvarları üzerinde:
“Her vatandaşın en büyük görevi Sultanın emirlerine itaat etmektir. Her kim nizamı bozucu harekette bulunur veya düşmana yardım ederse Divan-ı Harbe verilecektir”, yazmaktaydı.
Pek çok mebus ve İstanbul’un siyaset adamları hapse atıldı. İngiliz devriyelerinden kaçabilenler ise kent dışında saklandılar veya Anadolu’ya gittiler.
Zamanında haberdar edilen İsmet ve Fevzi, Harbiye Nezaretinin penceresinden kaçarak Ankara’ya, Mustafa Kemal’in yanına döndüler.
“Osmanlı Meclis-i Mebusan”ı topu topu iki ay on üç gün yaşayabilmişti.
Rauf Beyin hatıralarında, İngilizlerin, Mebusân Meclisi’ni basarak kendilerini tevkif edeceklerini, Kâzım Karabekir ile bir konuşmalarında aynen geçtiğini fakat İngiltere ve müttefiklerini buna mecbur ederek yeni bir safhanın başlaması için kendisini fedaya karar verdiğini kaydeder. Rauf Bey yine diyor ki;
“Kaçmış olsaydım, başka bir mahsur daha kendini göstererek manevi çöküntüye sebep olacak, mebuslar dağılacaktı. İngilizler de âleme karşı, işte bunlar böyle, şahıslarından başka kaygıları yok, yalnız kendilerini düşünüyorlar” tarzında propagandalarla kamuoyunu etkilemeye çalışacaklardı.
“Nitekim meclisin basılıp, benim de tevkif ile Malta’ya sürülüşüm sonucunda husule gelen vaziyet, tamamıyla istenilen sonucu vermişti. Böylece, hemen o günden itibaren Anadolu’da Millî Meclis’in ve hükümetin gayet müsait şartlar içinde kurulması kabil olmuştu.”
İngilizler, müttefikleriyle verdikleri kararı tatbik ile 16 Mart 1920 günü ani bir surette İstanbul’u işgal ile Meclis-i Mebusân’ı basarak, Rauf Beyle Kara Vasıf Beyi tevkif edip Malta’ya sürdüler (6). Rauf Beyin Malta’daki sürgün hayatı yirmi ay sürdü. 16 Mart 1921’de Bekir Sami Bey ile O. Vansittart arasında yapılan mübadele anlaşmasına göre, Malta’da tutuklu bulunan Rauf Bey, İnebolu’da Binbaşı Rawlinson’la mübadele edildi. 13 Kasım 1921’de Ankara’ya gelerek Sivas Milletvekili sıfatı ile TBMM’ye katıldı.(7)
Şimdilik de bu kadar…
Kalın sağlıcakla..
Dr. Ahmet Girgin
Ağustos 2018
Not: Atatürk ile Rauf Bey’in Saltanat ve Hilafet kaldırılırken tartışmalarını yazacaktım; ama Mondros Ateşkesini Hüseyin Rauf Bey’in imzalamasını kronolojik açıdan atlayamazdım…
Artık gelecek sefere..))
Kaynaklar:
- (Osmanlı Heyeti; Rauf Bey, Reşad Hikmet, Yarbay Sadullah ve Sekreter Ali Fuad (Tükgeldi)’dan oluşuyordu. Bkz. Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1951, TTK Basımevi, s. 151: Türk İstiklâl Harbi, c. I, Genel Kurmay Harp Tarihi Yayını, s. 31-32.)
- Yeni Gün, 2 Kasım 1918; Selahaddin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, I, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1977, s. 26.
- Cemal Kutay, İstiklâl Savaşı’nın Maneviyât Ordusu, İstanbul 1977, s. 19-21.
- A Fuad Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953, s. 276;
- Jacques Benoit-Mechin: Mustapha Kemal ou la Mort d’un Empire, Paris 1954
- Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, Ankara 1985, s. 173-75;
- Cemal Kutay, Malta Sürgünleri, İstanbul 1978, s. 196.
- http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-58/huseyin-rauf-Orbayin-hayati-1880-1964