Rehberlik Anıları 3
Küçük resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz
Anı 5: Ağabeyden de öte..
İnsanın hayatında bazen “keşke tanımasaydım” dediği kişiler vardır. Çünkü her karşılaşmanızda bu cinslerden tatsız sürprizlerle ayrılırsınız…
Buna karşılık bazı insanlar vardır ki, her karşılaşmanızda size içtenlikle yaklaşır, kalplerini açarlar, siz de onlarla her karşılaşmanızda mutluluğunuzun arttığını betimlersiniz. Saint Joseph mezunu Atilla Şalcıoğlu Ağabey de işte bu ikinci bölümde yer alan hümanist insanlardan biridir..
Sene 1964: Galatasaray Lisesinde ancak yetiştiriciden 6. sınıfa geçmişim. Daha Fransızcayı kaş göz yararak konuşabiliyorum. Çünkü ailede hiç Fransızca bilen yok. Ben de ilkokul öğretmenim rahmetli Gönül Özdil’ in zorlamasıyla devlet parasız yatılı imtihanını kazanarak Galatasaray lisesi’ne girmişim zaten…
Babam ise, THY’de teknisyen olarak çalışıyor ve yazı geçirmek üzere geçici görev ile ailecek Antalya’ya gelmişiz.
O zamanlar THY’nin elinde DC-3 uçakları var. Hani Amerikan yerlilerinden esinlenerek Dakota adı verilen uçaklar: 2 pervaneli, yerden çok fazla yükselemeyen, kabin basınç ayarlaması olmadığı için de uçarken genelde dolma veya tükenmez kalemlerimizin mürekkeplerinin cebimize aktığı uçaklar…..
Antalya havaalanına bir yaz günü, bir Dakota iniyor. İçindenden de Fransız turistler ve bermudası ile uzun boylu, poslu bir rehber… Turistler, otele yerleştiklerinin ertesi günü Side, Aspendos, Perge’yi gezecekler. Babamın, dolayısıyla benim Atilla ağabey ile ilk tanışmamız orada oluyor. Babam Atilla Ağabey’e:
-“Eğer müsaade ederseniz ve otobüsünüzde yer varsa, bizler de sizinle harabeleri gezmeye gelebilir miyiz? Oğlum yeni Fransızca öğrenmeye başladı da…”
Yağız rehber “Memnuniyetle” diye cevap verir.
O zamanlar otobüs olarak hala Amerikalıların Schooll Bus olarak kullandıkları Blue Bird ler var. Klima falan yok; turistler ince, kısacık elbiseleri ile oturuyorlar. Girgin ailesi ise, arkada daha bir gömlekli, pantolonlu haldeyiz.
Ahmet, Atilla Ağabeyinden ilk defa Aspendos’ ta turistlere izahat verirken etkilenir. O vakitler turist sayısı parmakla sayılacak kadar az; kocaman antik tiyatroda Club Med’ in müşterileri yayılmış, oturuyorlar. Atilla ağabey orkestra bölümünde akıcı Fransızcası ile konferans diyebileceğim güzellikte bir konuşma yapıyor, tiyatro içindeki dağınık müşteriler de, Aspendos’ un mükemmel akustiği sayesinde, rehberlerini rahatça ve can kulağı ile dinliyorlardı. İşte o zaman içimden “Acaba ben de Atilla Bey gibi böyle dinlenen, saygı duyulan bir rehber olabilir miyim?” diye geçirdim. Babam ile Atilla Ağabey kartvizit değiş tokuşu yaptılar ve ilk karşılaşmamız böyle sonra erdi…
3-4 sene sonra, ben çocukluktan delikanlılığa geçince, MTTB nin Amatör Rehber Kursuna katıldım ve birincilikle mezun oldum. Zaten o devirde solcu gençlik TMGT Kurslarına, benim gibi sağcılar da MTTB’ nin kurslarına katılırdı…
(Alt sıralarda tanıdığınız başka kişileri de bulabilirsiniz…)
Kurs belgemi alınca, babam Atilla Ağabey’i buldu. Artık Atilla Ağabey, yeni açılmış olan Cosmovel seyahat acentesinin müdürlüğünü yapıyordu.
Babam beni Taksim’ deki büroya götürdü ve “Eti senin, kemiği benim” diyerek delikanlı Ahmet’i Atilla Ağabeye teslim etti. Atilla Ağabey de bende bir cevher görmüş olmalı ki, o seneden itibaren beni Türkiye’nin ilk yatar koltuklu minibüsü olan Commer ile 3 medeniyet turlarına çıkarmaya başladı: 2 turist Cosmovel’ den, 3 turist Marmara Turizm’ den, 5-7 kişi ile haftalık turlar yapmaya başladım, yani hiç havaalanı-otel transferi yapmadan daha ilk sene rehberliğe terfi etmiştim..
69 senesinde ise ilk uzun Anadolu turumu yaptım:
90 kişilik bir büyük grup geliyordu ve Anadolu’da 90 kişiyi aynı anda yatırabilecek otel yoktu! Bu nedenle Atilla Ağabey grubu ikiye bölmüştü: önden 1 otobüsle Korel gidecek, iki gün sonra da ben onu takip edecektim. Ama bana daha zorlu bir görev verilmişti. 45-50 kişiyi alacak otobüs olmadığından turistler bir otobüs ve bir minibüse bölünmüştü ve hem otobüs, hem de minibüsün rehberliğini tek başına Galatasaray’ın 11. sınıfında olan Ahmet yapacaktı. Fakat otobüs ile minibüsün ne gidişi, ne şoförleri uyuşuyordu:
Hiç unutmam, otobüs şoförünün ismi “Gaz kesmez Mustafa” idi! Yokuş aşağı otobüsü bir salıyordu ki tutabilene aşk olsun…
Minibüs şoförünün ismi de Mustafa idi; para kazanamadığı terziliği yeni bırakmış, turistlere saygısından yaz günü bile ceket ve kravatını üzerinden çıkarmayan Mustafa Bey… (bakınız alt ortadaki foto)
İnişte ve düz yolda Gaz kesmez Mustafa minibüsü solluyor, rampaya gelince terzi Mustafa onu geçiyor, yolda bir türlü yan yana gidemiyorduk. Bu senkronizasyon eksikliğinin ceremesini Ürgüp Kayseri yolunda yaşadık:
Kapadokya’yı gezdikten sonra, akşama doğru Kayseri yoluna koyulduk. Sağ olsun Mustafa Bey bastırdı gitti. Biz ise otobüste tıngır mıngır gider iken, otobüs bir iki tekledi ve durdu. Ben motor arızalandı zannetmiştim. Gaz kesmez Mustafa ise indi, tarlalardan birine girdi, bir ağaç dalının yapraklarını temizledikten sonra mazot deposunun içine daldırdı; depodan çıkan dal pırıl pırıldı yani mazotumuz bitmişti!
Tabi ben de hem yaşına hürmeten, hem bulunduğumuz Anadolu bozkırının ortasına hürmeten, Gaz kesmez Mustafa’ya “Niye mazot almadın” diye sitem ettim.
–Ben her zaman böyle yaparım, diye cevap verdi. Ama bu sefer hesap tutmadı!
Ürgüp’ten 40 km uzaklaşmışız; o tarihte yollarda sık benzin istasyonu da yok, hava kararmaya başlamış, minibüs şoförümüz bastırmış gitmiş, yoldan geçen araba da yok…
Mustafa eline bir bidon aldı ve yürümeye başladık! Yayan bir benzinci bulmaya çalışıyoruz… Hava karardı, yavaş yavaş telaşlanmaya başladım. Çünkü daha o zamanlar oteller acentelerle çalışmaya alışmamış; ne banka havalesini, ne çek kabul ediyorlar. Atilla Ağabey de otellere ve lokantalara peyderpey ödemek üzere bana 17.500 TL para vermiş. Zamanın mor binliklerinden oluşan parayı ben de çorabımın içine koymuşum. Kazara bizi birisi soyarsa turun devamı gelemeyecek…. Bilmem şimdiki rehber kardeşlerim için yazdıklarım için bir şey ifade ediyor mu? Bizim hangi şartlarda tur yaptığımız hakkında bir fikir verebildim mi?
Nihayet farları gece karanlığında pırpır eden bir araba durdu, ilerideki benzinciden mazotumuzu aldık, otobüse geri döndük. Mazotu koyduktan sonra otobüs tıkır tıkır çalıştı tabi, ama bizim Kayseri’ye varmamız gece yarısını buldu. 11 sıralarında, bizim minibüs şoförü Mustafa bey panikle bizi aramaya başlamıştı ki şehrin girişinde onunla karşılaştık. Neyse kazasız, belasız aşağıda minibüs ve turistlerin bir kısmını gösteren resmin gördüğünüz turu tamamladık.
********************
Daha sonra Atilla ağabey Cosmovel’den ayrıldı; ben de Club Med’ de rehber olarak çalışmaya başladım…
Seneler geçti…
Tıbbiyede okurken, fazla zamanım olmadığı için rehberlik yapamayacağımdan Net’e halı satıcısı olarak girdim. Peki Net’in halı bölümünün başında kim vardı dersiniz?
Atilla ağabey: yine / yeniden kader karşıma çıkarmıştı ve her zamanki sevecenliği ile bana halı satıcılığının incelikleri konusunda yol gösterdi.
Daha fazla zamanınızı almayayım: 1977’de babam vefat ettiğinden beri Atilla ağabey benim için büyükten çok, baba yerindedir…
İyi ki varsın Atilla ağabey.
Sağlıklı uzun bir yaşam dilerim sana…
Dr. Ahmet GİRGİN
Mayıs 2009
devam edecek…
Küçük resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz