Bizantion’dan İstanbul’a
Bir Başkentin 8000 Yılı
Efsane İstanbul (Sakıp Sabancı Müzesi)
Geçenlerde İstanbul Rehber Odası’nın daveti ile Sabancı Müzesi’ndeki “Bizantion’dan İstanbul’a” sergisini gezme şansını yakaladım. Aslında gezmek istedikten sonra giriş ücreti zaten çok cüzi… Bu nedenle 4 Eylül’e kadar açık olan bu sergiyi şiddetle gezmenizi, bilhassa askerden dönen genç arkeologlara öneririm..
Bu geziyi önermemin birkaç nedeni var:
- Girişteki sinevizyon gösterisi: Türk milleti olarak lafı eveleyip gevelemeyi, bir eser yaratacağımız zaman onu uzuuuuun tutmayı bir matah sanırız. Halbuki bu sinevizyon gösterisi 5 dk gibi kısa bir zamanda ne kadar çok şey anlatılabileceğini görsel bir şölen olarak bizlere sunuyor. Ayrıca son buzul çağına kadar birer iç göl olan Marmara ve Karadeniz’in nasıl birbirleri ile bağlantılarının kurulduğunu, dolayısıyla Çanakkale geçidinin genişleyerek boğaz oluşunu, İstanbul Boğazının oluşumunu ve Karadeniz’in Ege’ye bağlanışını çok güzel betimliyor. Hatta son zamanlarda gazetelerde yer alan boğazın altındaki nehrin varlığını bile filmin içindeki karelerde hissedebilirsiniz.
- İstanbul Tarihi: Yakın zamana kadar bildiğimiz, İstanbul’u Yunan kökenli Megara’lıların kurmasıydı. Halbuki şehrimizin kuruluşunun çok daha eskilere dayandığını, ilk yerleşim bölgelerinin Anadolu’da Pendik, Fikirtepe, Avrupa’da ise Yarımburgaz Mağarası vs.. olduğunu görebilirsiniz. Buralardan çıkan neolitik çağ kalıntılarını zevk ile izleyebilirsiniz. ( Artık Neolitik Çağ’ a da Wikipedia/Mikipedia’ da bi zahmet bakarsınız..))
- Arkeoloji Müzesinde eserlerin sunumu: Sergideki Silahtarağa Çeşmesinin dekorasyonunu oluşturan heykellerin sunumu sizi alıp taa Roma devrine götürecektir. Keşke Arkeoloji müzemizde sergilenen eserler de gezenlere, depo gibi, üst üste sunulmasalar da, buradaki gibi değerleri anlaşılacak biçimde az ve öz şekilde sergilenebilseler… Böylece turistler, Arkeoloji müzesindeki eserlerin değerlerine daha güzel bir şekilde ulaşabilseler. (Bu arada Fransız tarihçilerin işgüzarlıklarından ortaya çıkan “Bizans İmparatorluğu”nun aslında hiçbir zaman var olmadığının altını çizmem gerekir: Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra, Başkenti eski adıyla Konstantinopolis olan Doğu Roma / Yeni Roma veya Roma İmparatorluğu olarak 1453’ e kadar zaten devam etmiştir. Koskoca Roma İmparatorluğunu 19. asırda Fransız tarihçiler Bizans İmparatorluğuna indirgemişler ve sağ olsun hem bizim tarihçiler, hem de dünya tarihçileri Bizans ismini kabullenerek artık Roma’ da olmayan Roma İmparatorluğunun sanal olarak sonunu getirmişlerdir….
- Üzerinde Şehir ateşinin yandığı Yılanlı Sütün: Rehberlik yaptığım senelerde turistlere söylediğim, fakat bugüne kadar görmediğim hipodromdaki yılanlı sütunun üç başından birini bu sergide görebilirsiniz. Aslında bronzdan yapılmış üç yılan başından biri kayıptır, biri British Museum’ da, biri de İstanbul arkeoloji müzesindedir. İşte arkeoloji müzemizdeki yılan başı şu an sergide yer almaktadır. Doğu Roma İmparatorluğu sırasında bu üç başlı yılanlı sütunun en üstünde şimdiki olimpiyat meşalesine benzer bir ateşin yandığını ve o ateşin de ev, şehir tanrıçası Hestia / Vesta’ya ait olduğu söylenir. (Sergide resim çekmek yasak olmasına karşın, bu yılanlı başı başka zaman göremeyeceğim için Sabancı Ailesi ve 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti organizatöründen özür dileyerek basit cep telefonumdan çektiğim resmi sizlere sunuyorum).
- 1204 yılındaki 4. Haçlı seferi esnasında Haçlılar Kudüs’e gideceklerine Konstantinopolis’e yönlenmişler ve şehri talan etmişlerdir: tıpkı bugün olduğu gibi Alevi-Sünni veya Şii-Sünni sürtüşmelerine benzer şekilde Hristiyanlar bir Hristiyan ülkenin başkentini yağmalamışlar ve o tarihte hipodromdaki kral locasının üstünde bulunan 4 at heykelini Venedik’e götürmüşlerdir. Eski zamanlarda San Marco kilisesinin giriş kapısının üzerinde yer alan heykeller bunlardır; daha sonra, San Marco kilisesinin giriş kapısının üzerine taklitleri yerleştirilmiş, gerçekleri ise Venedik müzesine kaldırılmıştır..) Doğal olarak bu sergi için de poliüretan kopyaları getirilmiştir. Belki de sergi için tek yapabileceğimiz tenkit; beraber müzeyi gezdiğimiz Atilla Ağabeyin dediği gibi o muhteşem 4 at heykelinin altta, derinliği olmayan bir bölümde sergilenmesi yanlışıdır: Keşke derin bir salonun ucuna ve yükseğe koyulsaydı da atların ihtişamını hissedebilseydik… Örneğin kubbe oluşturulmuş salonun arka ve üst tarafına…
- Kubbe Konsepti: Bu sergide ilk defa denenen bir tasarım var: Alt orta salona bir kubbe yapılmış ve birçok projektör kullanılarak İstanbul’ un tarihi kubbelerinin iç tarafı belirli aralıklarla değişmek suretiyle bu kubbeye yansıtılmaktadır. Ayasofya, Sultan Ahmet, Süleymaniye vs.. kubbelerini hiç yorulmadan oturduğunuz yerde bir çırpıda görebilme şansına sahipsiniz..
- Heybeliada Ruhban okulundan getirilen eşyalar arasında çift taraflı bir ikona mevcut: Kader bu ya, sergilenen ikonayı 3 sene önce Heybeli Ada’daki orijinal yerinde görme mutluluğuna erişmiştik… Nadir olan bu parçayı da atlamamanızı öneririm.
Dr. Ahmet GİRGİN
Ağustos 2010