Galatasaray Lisesi’ nden de karaktersizler çıkar
Bir ülkede namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır !
İsmet İnönü
- Hikaye:
Ahmet, Bülent ve V. 8 sene Galatasaray Lisesinde de okumuşlardır. Yatılı okulda 8 sene geçirmek ne demektir? Bilir misiniz?
Yatılı okulda okumak 24 saat beraber olmaktır.
Anlaşamadığınız karakterlerle anlaşmak zorunluluğudur.
Dertlerinizi, paranızı, derslerinizi, ekmeğinizi, yiyeceğinizi paylaşmak demektir.
Kısacası, sosyalleşmeye ilk ve önemli adımlardan biridir.
Dostluğun perçinleştiği ( veya perçinleştiğini zannettiğiniz) yer ve zaman demektir.
A, B. ve V. nin yolları tıbbiyede de 6 sene devam etmiş, yani toplam 14 sene beraber olmuşlar ve sonunda A. İstanbul Üniversitesi Göz Hastalıkları Kliniği’ ne Volonter asistan (= bilgisi devlet hastanesindeki doktorlardan daha iyi olabilsin diye maaşsız asistan ) olarak girmiş, V. ise askere gitmiştir.
2 sene sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ nde 6 Asistan kadrosu açılmış ve A. maaşlı bir kadroya girebilmek için müracaat ettiğinde bir diğer namzedin V. olduğunu görmüş, liseden arkadaşı olduğu için sevinmiştir. İmtihanda sorulan 5 sorudan 4,5 unu -Galatasaray Lisesi anısına- A., V.ye tümüyle kopya ettirmiş , fakat V. kalan son yarım sorunun cevabını da isteyince Allah’ tan:
“Merak etme, bu kadar cevap ile kadroya girersin” cevabını vermiştir.
İmtihan sonuçları açıklandığında A. Lisanda 100/100, bilimde 100/100 alarak birincilikle Göz Hastalıkları Kliniği’ ne girmiş, V. ise bilimde 85/100 alarak o da Kliniğe girebilmiştir.
- A. kliniğe girdikten sonra herkesin kendinden vebalı gibi kaçmaları fark edince huzursuz olmuş, nedenini soruşturmuş, nihayet bir arkadaşıA. ya:
“Senin Demirel’ den torpilin varmış!” cevabını yapıştırmıştır.
- A. garibinin Demirel’ i tanımadığı gibi Galatasaray Lisesi ve Tıbbiye’ de ineklemekten başka bildiği bir şey yoktur… Bunun üzerine bu şayianın nereden çıktığını araştıran A., kaynağın V. olduğunu hayretle öğrenmiştir!
- V. nin böyle bir şey söylemeyeceğini ümit ederek, A. herkesin önünde:
“Benim Demirel’ den torpilim mi varmış?” diye V. ye sorar.
“Tabii var ” cevabını alınca 2. kez şoka girmiştir.
Üçüncü şoku ise V. nin:
“Zaten imtihanda bile ben sana yardım etmedim mi ?” demesiyle yaşamıştır.
Bunun üzerine A. V.’ye herkesin önünde “sin kaf” etmiş, tabii V. nin gıkı çıkmamıştır. Bu konuyu noktalamak için de A:
“Şimdi anladın mı niye sana 5 değil de 4,5 soru söylediğimi ? Eğer hepsini söyleseydim şu anda sana karşı hiç bir kanıtım olamazdı !” diye cevap vermiştir.
Zaten, kliniğe girişte 2 senelik kıdemli asistan olan A. nın bilgisinin V. den fazla olması da doğaldır ve o zamanın klinik şefi rahmetli Prof. Dr. Semih Gözonar tüm kontakt lens bölümünün sorumluluğunu bu nedenle A. ya vermiştir!
Aradan biraz daha zaman geçince A. son ve 4. şoku yaşar:
Demirel’ den torpili olan V. dir ve bu durum ortaya çıkmasın diye iftira etmeyi uygun bulduğu kişi 14 sene beraber okuduğu ve imtihanda soruların cevaplarını söyleyerek kliniğe girmesini sağlayan arkadaşı A. dır!
…V. askerliğini yapmış olduğu için kadrosunu koruyabilmiş, yükselerek -kendine hiç yakışmayan- Prof. titrini almıştır.
Şimdilerde V. İstanbul Üniversitesi’ nde hala hocadır ve ona yardım eden A., bu adi insan (hoca demeye dilim varmıyor) tarafından kliniğe alınması engellendiğinden akademik kariyer yapamamıştır!
Dr. Ahmet Girgin
2001
- Hikaye:
Bu hikayeye konu olan kişi vefat ettiği için kaldırılmıştı; ta ki bir başka densiz GSL nin bana ve babama hakaret etmesi üzerine yerine tekrar konulmuştur. Demek ki GSL den umduğumdan fazla karaktersiz çıkıyor…muş…
Ahmet, Galatasaray Lisesi yıllarında rehberlik yaparlık harçlığını çıkartmaktadır. İş ararken de her Galatasaraylının yaptığı gibi önce Galatasaraylı ağabeylerini ziyarete gider. Gittiği acentelerden biri de Ferit Epikmen’ in –Allah rahmet eylesin- Trans Orient seyahat acentesidir. Acente, seneler önce Laleli’ de küçük bir büro idi. Ferit Ağabeyimiz de dönme merdivenle çıkılan çekme katta bulunuyordu. Sağ olsun Ferit Ağabey, Ahmet’i iyi karşılar, yardımcı olacağını söyler. Fakat aşağı inerken Ferit Abi’ nin yanında bulunan Arap lakaplı birinin Ferit Abiye “.iktir et abi” diyerek eliyle Ahmet’ i baştan savmasını belirten bir hareket yaptığını görür. Ama Arap’ ın unuttuğu bir şey vardır: merdiven döner olduğu için Ahmet, hem Arap’ ın söylediğini duymuş, hem de hareketini görmüştür….
Arap’ı genelde Galatasaraylılar çok babacan bilirler. Ne yazık ki benim hatıralarım bu yönde değildir. İnsan, iş isteyen Galatasaraylı bir Kardeşi için böyle davranması, hem de arkasından bu sözü söylemesi için karaktersiz olması gerekir. Değil mi?Diyebilirsiniz ki bu kadar küçük bir şeyden nem kapılmaz. O zaman gözümün önüne Net Turizm’ de Arap’ la yaşadığım hatıralar gelir, Arabın hırsından dolayı işten atılışım gelir… Bu da önemli değil derseniz, son hikayemi dikkatle okumanızı rica ederim:
Ahmet gruplarından birini Tepebaşı’ ndaki Yenişehir Palas Oteline götürür. Otel mutfağı turistler için zeytinyağlı dolma hazırlamıştır. Fakat turizmde olanlar bilir ki Fransız bu yemeği sevmez: rehber Ahmet, otel sahibi İbrahim Bey’den rica eder ve zeytinyağlı dolmayı değiştirtir. Fakat yemek sırasında dolmanın masadan kalkmadığını, jest olarak ayrıca bir başka yemeğin eklendiğini görür. Bunun üzerine Ahmet, otel sahibi İbrahim Bey’e şu cümleyi sarf eder:
“Birçok otelle çalıştım ama, sizin gibi nazik ve küçük hesaba bakmayan bir otel sahibiyle çalıştığım için çok memnun olduğumu belirtmek isterim”…
Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkartır…
Seneler geçer, Ahmet artık büyümüş doktor olmuştur ve Nişantaşı civarında muayenehane aramaktadır. O zamanlar Arap’ ın sahibi olduğu acentenin binasında bir büro görür. Arap kendisine güya yardımcı olmak niyetiyle şu cümleyi sarf eder.
“Burası Yenişehir Palas otelinin sahibi İbrahim Bey’e aittir, 5 senedir boştur ve kimseye vermemektedir. Bana bile!”
Ahmet mütevazı bir şekilde “Bana verir” der. İbrahim Bey ile görüşmeye gider ve İbrahim Bey’den beklediği cevabı alır:
“Ahmet bey burayı senelerdir kimseye vermedim, ama size verdim, gitti..”
Böylece Ahmet Arap’ ın şaşkın bakışları arasında onun acentesinin katında ona komşu olur.
Seneler geçer İbrahim Bey otelini büyütmek istediği devrede maddi sıkıntıya girer ve Arap’ ın katındaki Arap’ la ortak olduğu başka bir büroyu satışa çıkarır, ama Arap’ ın teklifi çok ilginçtir:
“Eğer Ahmet’inde bulunduğu büroyu da bana devredersen o zaman diğer büronun yarı hissesini senden alır, nakit veririm.” Yani aynı katta 7 tane bürosu var iken Arap, hırsından gözünü Ahmet’ in kiraladığı tek büroya da dikmiştir…
Doğal olarak, Ahmet’in olup bitenden haberi yoktur, ama İbrahim Bey istemeyerek Ahmet’in kiracı olduğu büroyu da satmak zorunda kalmıştır. Satın aldığının ertesi günü Arap, Ahmet’e ziyarete gelir: “Burayı ben satın aldım, ama ağabeyin olduğum için sana destek olmak isterim: onun için burada kiracı kalabilirsin yalnız 5 senelik kirayı peşin isterim!”
Ahmet şaşırıp kalmıştır. Böyle bir teklifi getiren Galatasaraylı olsa da karaktersizdir. Ahmet: “Abi arada bi öpseydin bari beni; çünkü kerhanede bile şaapılırken arada öpülür insan.”
Arabın niyeti, 5 senelik kirayı Ahmet’ ten peşin alarak, büroyu bedavaya getirtmektir kısaca..
Hikâyemi daha fazla uzatmayayım ve Arap’ ın karakterinin tahlilini sizlere bırakayım…
Eskilerimiz ne demiş:
“Arap’tan dost, ayıdan post olmaz.”
Ek: Türklerden yalancı Araplara inanacak kadar aptallar da çıkar…
- Hikaye:
Ahmet doktor olmuş, Arap’ın yanındaki büroda muayenehanesini açmıştır. Bu ara Salça lakaplı başka bir Galatasaraylı gözlükçü, Ahmet’e yardım eder görünmektedir. Saf Ahmet bu yardımı karşılıksız bırakmamak için Salça’ya nasıl destek olacağını düşünür ve bulur: Gruplarından birinde Cartier Firmasında çalışan üst düzeyde bir turist tanımıştır. Salça’ya şu teklifi götürür:
“İsterseniz benim adımı vererek, bu kişiyle görüşebilir ve bu önemli gözlük markasının Türkiye temsilciliğini alabilirsiniz. Ama karşılığında –kendi payıma düşen parayı vererek– sizin şirketinize ben de 1/3 oranında ortak olmak isterim. Salça ve ortağı kapıcı L. Bu teklifin üzerine balıklama atlarlar. Hemen Fransa’ya giderler ve orada işi bağlayarak Cartier Firmasının Türkiye temsilciliğini alırlar. Zaten ünlü bir marka olduğundan satışlar patlar ve paraları istif etmeye koyulurlar. Bu arada Ahmet saf saf kendisinin ortak edilmesini beklemektedir. Birkaç ay geçip de Salça ve ortağından ses çıkmayınca Ahmet saf saf ortaklığı ne zaman yapacaklarını sorar. Gene ses çıkmaz üçkâğıtçı iki kafadardan… Ahmet tekrar sorar ve acı cevabı alır:
“Sen ne güzel doktorluk yapıyorsun. Senetlerle falan niye uğraşasın. Sen boşu boşuna ortak olma!”
Bu cümlenin satır aralarından şu çıkmaktadır:
“Biz .ok gibi para kazanıyoruz, bu parayı seninle paylaşmaya niyetimiz yok. Sana söz vermiştik ama biz dönek insanlarız. Sözümüzü tutmuyoruz”.
Ahmet’in resmi bir anlaşması olmadığı için bir şey yapamaz. Aslında, Ahmet Salça’ nın Galatasaraylılığına güvenmiştir. Ama Salça -deyim yerindeyse- işi getiren Ahmet’ i satmış ve adi yüzünü ortaya çıkarmıştır…
O zamandan beri Salça ve ortağı paraları istif etmeye devam etmekte, Aptal Ahmet saf saf hasta bakmakta, ama onlara olan kul haklarını hiçbir şekilde helal etmemektedir…
Her toplulukta olduğu gibi Batıya açılan ilk pencere olmasına rağmen, Galatasaray Lisesinde yemeğini, bilgisini paylaşan öğrenciler arasında da -az da olsa- yukarıdaki örneklerde gördüğünüz üzere karaktersizler çıkmaktadır. Sevindirici nokta, bu sahtekarların diğer topluluklara göre sayılarının çok daha az olmasıdır..
Dr. Ahmet Girgin