Süleymaniye Cami
1967 senesindeki Amatör Rehberlik Kurs Bitimi tezinin bir bölümü olan yazımın üzerinden yarım asır geçmiş olduğundan doğal olarak dili eskidir.
SÜLEYMANİYE CAMİ ve TÜRBELERİ
Kanuni Sultan Süleyman kendi adına, ecdadının camileriyle ölçülemeyecek derecede muhteşem bir ibadethane yapılmasını istemişti. Bu arzu üzerine Mimar Sinan tarafından yapılan planı beğendi. Büyük mabet eski sarayın ( bugünkü üniversite binasının olduğu yer ) kuzeyinde ve denize karşı bir tepe üzerine inşa edilecekti. En mahir sanatkarlar ve mimarlar çağırıldı. Kayaya dayanak ve temelleri tutturabilmek için üç yıl harcandıktan sonra inşaat bir yıl için bırakıldı ve bunu takriben duvarların örülmesi başlanıldı. Nakkaş Sâi Çelebi de temel atmayı Mimar Sinan’ın ağzından şöyle kaydetmektedir.
O dem tarh eyleyip Eski Sarayı
Süleymaniye’ ye urdum binayı…
Mimarbaşı şaheserinin planını biri avlu, diğeri asıl camii ihtiva etmek üzere iki plan üzerine çizmişti, avlunun dört köşesinde birer minare bulunuyordu. Bunlardan camiye yakın olanlar diğerlerinden daha büyük ve üçer şerefeliydiler. Minarelerin, toplamı on olan şerefeleri Kanuni Sultan Süleyman’ ın onuncu hükümdar olduğuna işaretti.
Mimar Sinan büyük eserini Ayasofya’yı geçecek bir güzellikte inşa etmek niyetindeydi. Ayasofya’nın yanlarda dörder çapraz tonozla, Beyazıt Camiinde aynı büyüklükte dörder kubbeyle desteklenmiş olmasına karşılık, Sinan bu yapıda asıl kubbenin iki tarafına aynı büyüklükte olmayan dörder kubbe oturtmuştu.
Caminin iç avlusuna 3 kapıdan girilmektedir. Bu kapıların en büyüğü ortadakidir ve üstü Selçuk sanatını andıran bir mermer işçiliğiyle süslenmiştir. Kitabesinde Kelime-i Tevhit yazılıdır. Avlunun ortasında dört tarafı da pek mahirane işlenmiş tunç kafesli mermer bir şadırvan vardır. Camiye 5 kapıdan girilir. Biri iç avluya açılan mermer, heybetli görünüşlü cümle kapısıdır. Avlu cephesinde kitabeler bulunur. Diğerlerinin ikisi kuzeye, ikisi güneye açılır; yani dış avluyla irtibatı sağlarlar.
Camide bütün duvar yapısında iç ve dış bütün taşlar, yuvalarına kurşunla tespit edilmiş olan demir kenetlerle birbirine tutturulmuşlardır. Bununla beraber camii örten bütün kubbeler tuğladan yapılmıştır. Kubbeler kurşun levhalarla örtülüdür. Bu levhalar merkezden çevreye doğru genişleyen üçgenler şeklindedir.
Caminin içi 69 x 63 metrekarelik bir alanı kaplar. Ortada 32 pencereli bir ana kubbe (çapı: 28 m. yüksekliği: 47 m.), ana kubbenin ön ve arkasında birer yarım kubbe bulunur. Merkezi kubbeyi 4 büyük fil ayağı taşır. Cami dörder kubbeli iki küçük yan bölüm ile bir büyük orta bölümden meydana gelmiştir. Fakat görünüş uzun mekandan çok enine bir mekandır; Sinan bunu, ortadaki geniş aksın iki tarafına büyük kubbeler koyarak ve ince sütunlarla orta nefi yan neflerle birleştirmek suretiyle elde edilmiştir. Orta bölüm bir merkezi kubbeyle iki yarım kubbeden meydana gelmiştir. Merkezi kubbeyi taşıyan fil ayakları arasındaki kemerler doğal olarak daha büyük, yan neflerdeki kemerler ise daha küçük ve birbirine yakındır. Kubbeler içten düz görünür. Bu da kubbelerin iç içe yapılmış olmasından kaynaklanır.
Caminin içine girildiği zaman ilk dikkati çeken şey genişlik ve kubbenin yüksekliğidir. Sinan bu geniş sahada mükemmel bir akustik yaratmıştır; büyük kubbenin bir tarafındaki en hafif ses diğer taraftan duyulur. Hızlı konuşmak mümkün değildir. Sinan sesi aksettirebilmek için büyük kubbeyi de diğerleri gibi çift yapmıştır, ayrıca kubbe katları arasına ağızları içeriye açık 64 küp yerleştirmiştir. Küplerin derinliği 50 cm., içeriye doğru açık olan ağızları 5cm.dir. Küçük kubbelerin köşelerine ve stalaktitlerin altına da küpler yerleştirmiştir. Caminin zemininde de sesi aksettirmeye yarayan tuğladan yapılmış boşluklar vardır.
Caminin mihrap ve minberi mermerdendir. İçerde ilk göze çarpan tezyinat mihrap civarındadır. Mihrabı çeviren ve mihrabın üstündeki duvarları kaplayan çiniler lacivert, açık mavi, kırmızı çiçeklerle süslüdür ve XVI. yüzyılın en güzel örneklerini teşkil eder. Cami içinde biri büyük diğeri küçük olmak üzere iki adet vaaz kürsüsü vardır. Esas vaaz kürsüsü merkezi kubbeyi taşıyan fil ayaklarının mihrap tarafındakilerden soldakine yaslanır ve 7 kırmızı sütun üzerindedir. Sağdaki fil ayağına yaslanan 16 sütun üzerine kurulmuş müezzin mahfili sonradan yapılmıştır. Hünkar mahfeli ise mihrabın sol tarafındadır ve porfir sütunlara oturur. Etrafı kafesli mermer şebekeyle çevrilidir. Ayrıca camideki rahleler, yazma Kur’anlar halılar, askılar bir zamanlar göz alıcı bir güzellikteydiler.
138 pencereden giren ışık akisleri çok iyi hesaplanmıştır. Sarhoş İbrahim isimli sanatkarın döktüğü renkli camlardan her an içeriye mevsimlerin ve saatlerin hüznü ve şevki akseder. “Allah gökleri aydınlatmıştır.” diyen “Nur Ayet’i” Karahisarlı Şemsettin Ahmet Efendi’ nin elinden Süleymaniye kubbesinde ebedi bir ışık dalgası halinde yerini almıştır. Büyük sanatkar bu çalışmanın sonlarına doğru gözlerinden rahatsızlandığı için yazılarına talebesi Hasan Çelebi devam etmişti.
Caminin inşaatına yarayan malzeme İstanbul’dan, civardan, imparatorluğun diğer memleketlerinden getirilmiştir: Dört büyük mermer istinat sütunlarından biri İskenderiye’den, biri Balbek harabelerinden, biri Saray-ı Amire civarından ve dördüncüsü de Kıztaşı mahallesinden alınmıştır. Evliya Çelebi 4 büyük sütun hakkında şunları yazmaktadır.
“Caminin sağında, solunda 4 adet somaki mermer sütunlar vardır ki her biri onar Mısır hazinesi kıymet eder. Mısır diyarında bir kadim şehirden Nil ile İskenderiye’ ye andan Karınca kaptan sal gemilere yükleyip muvafık eyyam ile İstanbul’ da Unkapanı’na getirip ondan Vefa meydanı’ na, andan Süleymaniye Caminde Karınca kaptan dört aded sütunları Süleyman Hana teslim ettikte: “Karıncalar bu din çekmiş çekirgenin Süleyman’a size layık nemiz vardır, kabul eyle fakirane” dedikte Süleyman Han hazzedip hizmeti karşılığında Karınca Kaptan’ a Yılanlı Ceziresi sancağını ihsan eylemişti.”
Süleymaniye’ nin inşası 8 sene devam etmişti. İstanbul’ da Ayasofya’ yı geçecek bir büyük camiin inşaatı haberi İslam memleketlerinin ilgisini çekmişti; temellerden sonra inşaatın durması ise İran Şahı Tahmasb Han’a “ camiden vazgeçildi “ diye duyurulmuştu. Bunun üzerine Şah derhal kıymetli mal ve taşlarla dolu bir kutu hazırlayıp, elçisiyle bunları İstanbul’ a, Kanuni Sultan Süleyman’ a göndermişti. Yazdığı mektupta:
“Mesmuumuz oldu ki camii itmam etmeğe kudretiniz kalmayıp feragat etmişsiniz. Size, dostluğumuza binaen bu kadar mal ve hazain ve bu kadar cevahir gönderdik. Bu cevahiri satıp ve bu malı sarf edip camii itmam etmeye say ve ihtimam ediniz ki bizim dahi hayratınıza hissemiz ola.”
Kanuni İran elçisinin getirdiği mektuba hiddetlendi, getirilen malları elçinin önünde dağıttırdı ve bir kutu mücevheri de Sinan’ a verip:
“Şahının gönderdiği bu taşlar benim caminin taşları yanında kıymetsizdir. Tez bunları sair taşlar içine koyup bina eyle” dediğini duyunca elçi Kanuni’ nin aklını kaybettiğine hükmetti ve bu cevapla Revan’ a döndü. Sinan kıymetli taşları sanatkarane bir şekilde bir minarenin taşları arasına koydu. Güneş ışığı altında elmaslar parıldadığından bu minareye “Cevahir Minaresi” ismi verildi. Bazı taşlar sıcaklığın şiddetinden bozulmuştur.
… Mimar Sinan’ ı çekemeyenler camii inşaatının uzun sürmesini bahane ederek Kanuni’ ye sanatkarın ihmalinden , iyi çalışmadığından bahsetmişler :
“Kubbenin durmasında şüphe vardır” demişlerdir. Bazıları da “Camiye gereklidir diye “ Sinan’ a bir de türbe başlatmışlardı. Bunun üzerine bir gün Kanuni Sultan Süleyman inşaat yerine gitmiş, Mimar Sinan’ ı mihrap ve minberin tamiriyle meşgul bulmuştu. Kanuni Sinan’ a:
“Niçin benim camim ile mukayyet olmayıp, mühim olmayan nesneler ile tatilini evkat eylersin? Ceddin Sultan Mehmet Han mimarı sana numune yetmez mi? Bana bu bina ne kadar zamanda tamam olur tiz haber ver, yoksa sen bilirsin! demişti. Mimarbaşı şaşırmış, fakat sükunetle:
“ Saadetlü padişahımın devletinde inşallahü teala iki ayda tamam olur.” cevabını vermişti. Koca Sinan eserini iki ay sonra tamamlamış ve anahtarlarını Kanuni’ ye teslim etmişti. Padişah camiin kapısını açmaya kimin layık olduğunu Odabaşı’ fan sormuş, o da:
“ Padişahım bence Mimar Ağa bir piri azizdir. Bu babda cümleden elyak ol emektar kulundur.” diye cevap vermişti.
Peçevi’ ye göre hezarı ikdam ve tab-ı zahmet-i besle tamamlanan ve 896.380 florin yani 537 yük 82.900 akçeye mal olan Süleymaniye Camii 16 ağustos 1556 günü ibadete açılmıştı. Kanuni Sultan Süleyman Süleymaniye harikasını inşa eden sanatkara:
“Bu bina eylediğin beytullahı sıdku safa ve dua ile sen açmak evladır” demişti; O gün kapılar Sinan’ ın çevirdiği anahtarla ebedi Türk ve Müslüman nesillerinin ibadetine açılmıştı.
Sinan adına yazılmış diğer bir vesikada, tamamlanan büyük eser hakkında:
Cihan tamirine olmasa mimar
Yapılmaz yalnız taş ile duvar
Hususa şöyle bir mimarı âkil
Mühendisi nevfünun dindarı kamil
Veli Sultan Süleyman Camiinde
Her kısmın tamam etti bu fende
Bir edna sanatı ile bir tehaşi
Yıkıp dikti nice dikili taşı… demektedir.
Bir sanatkarımız da Süleymaniye’ yi şöyle tarif etmektedir:
“… Pir olmuş fanilerin kavuklarını artık girecekleri toprağa ektikler bir yaşta lâyemut ihtiyar kendi tabirince elinde demir asa kubbenin etrafında pergafvar dönerek kudretini bina ettin. Türk isminin dini ve dünyevi manasını zeval bulmaz bir kaside halinde göğün mavisiyle suyun mavisi arasında terennüm ettin. Taşlar senin elinde kelimeler gibiydi. Onlardan umulmadık manalar çıkardın, mermerleri kah olur inci dişler gibi gülümsetirdin, kah olur fildişleri gibi oyma haline kordun. Kaya parçaları sihrinin temasıyla züht ve haşmeti ifade eder taklar olurdu. Sütunların üstüne kıvrak kemerler kurdun ki hayali bir eklil gibi hafif görünüyorlar… Işık ve ses emrine râm olmuştu. Hesaplı aydınlıklardan duvarlara ruhani dalgalar serperdin. En kalın inşa tabakalarına serin bir hayal uçukluğu iare ederdin. Kubbeleri birer ud, birer tanbur kadar hisli bir hale getirdin…”
Büyük camilerin etraflarına Müslüman dininin güzel esaslarından ilham alan yardım müesseseler, ilim ocakları inşa olunurdu. Bir cami yapılırken okuyacak çocuklar, şifa bekleyen hastalar, uzak memleketlerde gelen seyyahlar, sıcak günlerde cami etrafından geçecek yolcular, hamamlar, kütüphaneler, cami hizmetinde bulunanlar ve onların günlük yiyecek ihtiyaçları düşünülürdü. Ayrıca kalabalık bir cemaat günde beş vakit gelip gideceği için cami etrafları bir çarşı halini de alırdı. Yüksek din ve tıp tedrisatı yapacak medreselerde camilerin etrafında kurulurlardı. Bu maksatla Süleymaniye Camiinin etrafına: İmaret, kervansaray, darüşşifa, tıp medresesi, diğer medreseler, sübyan mektebi, darül hadis mektebi, muallimhane ve dükkanlar inşa olunmuştu.
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’ IN TÜRBESİ:
Mimar Sinan’ın Süleymaniye Cami yanında Kanuni Sultan Süleyman için yaptığı sekizgen türbe, türünün şaheserlerinden biridir.
Türbenin etrafı 29 sütunlu, üstü örtülü bir dehlizle çevrilmiştir. Kubbeyi ise motiflerle süslü mermer bir bordür çevirmektedir. Türbenin giriş kapısı ise fildişi kakmalı ve kabartma motiflerle süslü abanozdandır; bir kanadında “La ilahe illallah” diğerinde ise “Muhammed Resullüllah” yazılıdır. Kapının iki yanında duvarlar nefis çini panolarla süslenmişlerdir. Bu iki nefis panonun çinileri firuze mavi, koyu mavi, beyaz, kırmızı ve yeşil renklerden yapılmış; ayrıca panoların etraflarına ayrı motiflerden çini bir motif çekilmiştir. Panoların üst kısmında duvara altın yaldızlı yazıyla ayetler yazılmıştır. İç duvarlar da nefis çinilerle döşenmiştir. Çinilerin bittiği yerden itibaren duvarı koyu mavi zemin üzerine beyaz hatla ayetler çevirmektedir.
Türbede 7 sanduka bulunmaktadır. Bunlar kapıdan girdikten sonra sağdan itibaren ll. Ahmet’ in kızı Asiye Sultan, ll. Süleyman’ ın annesi Saliha Dilaşup Valide Sultan, Kanuni’ nin kızı Mihrimah Sultan, Kanuni Sultan Süleyman, ll. Süleyman, ll. Ahmet ll. Ahmet hasekisi Rabia Sultan’ a aittir.
HÜRREM SULTAN TÜRBESİ:
Kanuninin türbesi yanında Hürrem Sultan’ ın türbesi vardır. Türbe, Sultan Süleyman’ınki gibi sekiz köşelidir. Duvarları, insana bir bahar bahçesi hissi veren iç açısı çinilerle döşenmiştir. Duvarlarda 7 pencere ile 8 mihrab şeklinde girinti vardır. Pencere üzerindeki çini panolarda ayetler yazılıdır. Türbenin kubbesi tamir görmüş ve devrinin kubbe tezyinatı kaybolmuştur. Önü revaklı olan türbenin giriş kapısının iki yanı çini panolarla süslenmiştir. Bu panoların üstünde gene çiniyle ; “Lailahe illallah Muhammeden Resululah Süphanallah ve Elhamdülillah” yazılıdır.
Türbede Hürrem Sultan’dan başka ll. Selim Şehzadesi Mehmet ve Hatice Sultan kerimesi Hanım Sultan yatmaktadır.
MİMAR SİNAN TÜRBESİ:
Süleymaniye’ deki Mimar Sinan türbesi eski Ağa kapısının karşısındaki köşe başındadır. Burası kubbeli bir sebil ile türbeden meydana gelmiştir.
Sebilin iki yanından üst kenarları oyma mermerden kornişli duvarlar uzanmaktadır. Bu duvarlara mermer şebekelerle süslenmiş pencereler açılmıştır.
Mimar Sinan’ ın türbesi sağ tarafta demir parmaklı bir pencere arkasından bütün sade güzelliği ve tevazu içinde görülmektedir. Bu pencerenin üstünde gene nakışlı bir korniş, altındaki mermer kitabede ise sülüs hat ile üç satır halinde Nakkaş Saf’ nin onbeş mısralık manzumesi vardır. Mimar Sinan’ ın sandukasının baş ve ayakucu yekpare mermerdendir.
Sinan’ın türbesinin avlusunda o devrin mezar taşları üslubunda kime ait oldukları bilinmeyen, kitabesiz iki mezar bulunmaktadır.
Not: Mimar Sinan’ ın türbesi sol alt köşede avlunun hemen solundaki küçük üçgen yapıdır. Bu fotoğrafta da görüleceği üzere avlunun üstündeki Süleyman Türbesi, Süleymaniye Camii ve Mimar Sinan’ ın türbesi Arapça yani soldan sağa yazılmış dilekçeyi andırır şekilde düzenlenmiştir:
Yedi Düvelin ve Yedi denizlerin Haşmetmaabı Sultan Süleyman Han,
Senin adına yaptığımız ve Allah’ a adadığımız bu naçiz mabedi kabul eyle.
Kulun Mimar Sinan
( Ahmet Okar’ dan alınmıştır )
SÜLEYMANİYE CAMİİNDE GEÇMİŞ BAZI VAK’ ALAR:
Süleymaniye de diğer büyük İstanbul camileri gibi asırlardır gelip geçmiş nesillerin ibadetlerine sahne olmuş, büyük merasimler, hadiseler görmüştür. Osmanlı hükümdarları birçok cuma namazlarını burada merasimle kılmışlar, nice meşhur vaizler bu kubbe altında cemaate kendilerini şevkle dinletmişlerdir. İstanbul’ a gelen yabancı hükümdarlar, elçiler, yazarlar, gezginler Süleymaniye’ yi de gezmişler ve hayranlıklarını ifade etmişlerdir.
14 yaşında Osmanlı tahtına çıkan 1. Ahmet, cülusundan bir ay sonra Süleymaniye Camisinde cuma namazını kılmış ve o gece sünnet edilerek her tarafta donanma şenlikleri yapılmıştı.
Külliyesiyle geniş bir sahayı işgal eden Süleymaniye Camii’ nin etrafında zaman zaman İstanbul’ un büyük yangınları geçmiş, cami etrafındaki bazı binaları harabeye çevirmişti. Fakat 1659 bizzat camide tahribat yapmıştı. Bu arada caminin dört minaresinin külahları da ateş almış ve bunlar akşam vakti büyük birer mum gibi yanmıştı.
1603 kanunusanisindeki sipahi isyanında Süleymaniye devlet ricaline ve yeniçerilere merkez olmuştu. Ulema, sipahilerin intizamsızlığından ve serkeş hareketlerinden Kaymakam Saatçi Hasan Paşa’ ya şikayette bulunmuşlardı. Kaymakam meseleyi III. Mehmet’ e açıklamış fakat neticede sipahiler Kaymakam Saatçi Hasan Paşa’ yı istemediklerini tehditle ileri sürmüşlerdi. Kaymakamın Yedikule’ ye kapanması, ulemadan bazılarının azledilmesi de hoşnutsuzluğu yatıştıramamıştı. Yapılan ayak divanında sipahiler büyük memurların yolsuzluklarından, bu yüzden devletin başına gelen felaketlerden, Anadolu’daki şeriat hareketlerinden şikayet etmişlerdi. İş bu şikayetlerle de kalmamış, asiler Macaristan seferlerinin kötü saydıkları sadrazamın katline dair müftüden fetva da almışlardı. Bunun üzerine Sadrazam Yemişçizade Hasan Paşa tebdil kıyafet ile saraydan çıkmış ve yeniçeri ağasına sığınmıştı. Sadrazam buradan Hasan Beyzade vasıtasıyla vezirlere, şeyhlere, ulemaya, cebeci ve topçu ağalarına tersane ileri gelenlerine mektuplar yazdırarak kendisine yardım etmelerini istemişti. Bu mektuplarda gün doğmadan evvel hepsinin silahlı adamlarıyla Süleymaniye Camiinde toplanmalarını isteniyordu. Yeniçeriler sabahın erken saatlerinden itibaren cami avlusunda toplanmışlar, sonra sadrazam yeniçeri ağasıyla beraber camiye gelmiş ve cami kapısına çıkan merdivenlerin en yüksek basamağında durarak yüksek sesle bir hattı humayun okumuştu. Bunda:
“Siz ki yeniçeri kullarımsınız, berhudar olasınız. Nimetim sizlere helal ola, abai kiram ve ecdad-ı ızam zamanlarından bu ana gelince sizden hıyanet ve habaset ve hilafı rıza hareket sâdır olmamıştır. Daima rızayı şerif gözleyerek vezir-i azama muin olup zorba eşkiyasının hakkından gelinmesine imdad ve ikdam eyliyesiniz. Benim duayı hayrım ve hüsnü teveccühüm sizinle beraberdir.”
Yeniçeriler bu iradeye itaat ettiklerini alkışlarla belirtmişlerdi. Yeniçeriler müftünün derhal azlini istemiş, Hasan Paşa “baş ve göz üzerine” diye cevap vermişti. Sadrazam bundan sonra ulema ile vezirleri Süleymaniye’ de bir umumi meclise davet etmişti. Bu mecliste zorbaların tımar ve zaametlerinin kaldırıldığına dair emirler yazılmıştı. Yeniçerilerden bir kaç ağa Atmeydanı’ nda bulunan sipahilere gönderilerek zorba başlarının teslimi istenilmiş, fakat asiler kimseyi teslim etmeyeceklerini bildirmişlerdi. Bu esnada lll. Mehmet’ in, iki kapıcıbaşıyla müftünün azlolunduğuna dair haberleri gelmiş, sadrazam müftülüğe tayin edilen Mustafa Efendi’ yi tebrik etmiş ve kalkıp kendisini kadıaskerler arasından alıp vezirlerin üst tarafında müftülük makamına oturtmuştu. Hasan Paşa ayrıca şehir kapılarının kapanacağını ve eski müftünün Rodos’ a sürüleceğini bildirmiş ve yeniçeri ağası maiyetine aldığı kuvvetlerle sipahiler üzerine yürüyüp asileri dağıtmıştı. Ertesi gün elebaşılar yakalanmış, hepsi idam olunarak fitnenin sonu alınmıştı…