Galatasaray Lisesi Tarihi Üzerine…
Önce en önemli iki konuyu açıklığa kavuşturalım:
- Galatasaray Lisesi Nedir? Bir Anadolu lisesidir.
- Ne değildir? Kolej değildir. Misyoner okulu hiç değildir!
(Bu konuda, yazımın altına eklediğim Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Eski Başkanı Prof. Dr. Ahmed Yüksel ÖZEMRE’nin yazısına bakınız)
Nedense halkımız Lisemizi kolejlerle karıştırmaya çok meraklı. Halbuki lisemizde okuyanlar normal vatandaşların çocuklarıdır ve eğitime para ödememektedirler. Yalnız yatılı okurlarsa yemek ve yatak masraflarını öderler. Hatta benim gibi fakir ailelerden gelen öğrencilerin yatılılık ücretleri devlet tarafından karşılanır; tabi devlet parasız yatılı imtihanını kazabilirseniz…
Galatasaray Lisesi’ nin kuruluşundaki olaylar:
Aslında Galatasaray Lisesi’ nin kuruluşu, 1856 Gülhane Islahat Fermanındaki azınlıklara sağlanacak haklara dayanır. Fransa, Islahat Fermanının açıklanmasından 10 sene sonra hala ıslahat yoluna gidilmediğini öne sürerek 22 Şubat 1867 de Babıâli’ ye bir muhtıra verir: Maddeler arasında, geniş bir maarif sistemi kurulması, Hıristiyan azınlığın devlet memuru ve mahkemelerde şahit olabilmeleri, emlak satın alabilmeleri gibi maddeler vardır. (Buradan da anlaşılacağı üzere 19. Yüzyılda dahi, azınlıklar Müslümanlar ile eşit haklara sahip değildirler; Osmanlının halkına eşit davrandığını yazıp çizenlere duyurulur!). O zamanın Fransız Maarif Nazırı Victor Duruy tarafından yazılan muhtıranın maarifi ilgilendiren maddeleri kısaca şunlardır:
- Hıristiyanlar tarafından açılmış olan okulların teşviki ve bu okullara yardım yapılması
- Bazı illerde orta öğretim müesseseleri açılarak, bu okullara Hıristiyan çocukların da alınması (yani: o zamana kadar azınlık çocuklarının tümü orta öğretime katılamıyorlardı, daha doğrusu orta öğrenim kurumu yoktu!)
- İslam ve Hıristiyan öğrencilerin beraberce devam edebilecekleri bir üniversite kurulması ve burada var olan Tıp öğreniminden başka, hakim sınıfının yetişmesine olanak sağlayacak Fen, Tarih, İdare ve Hukuk benzeri ilimlerin gösterilmesi
- Muhtelif mesleklere hazırlayacak kurumların açılması (ordunun subay yetiştirmek için okulu vardır; buradan Hıristiyan subay yetişince orduya da alınacaktır. Yani o zaman da, hatta şimdilerde de orduda gayrimüslim subay yoktu(r)!)
Ayrıca maarif dışı konular da şunlardı:
- Hıristiyan tebaanın da idareye katılımı…
- Hıristiyanların şahitliğe kabulü…
- Büyük şehirlerde belediye teşkilatını kurulması… vb..
Bu muhtıra üzerine Sadrazam Ali Paşa ve Hariciye Nazırı (Dış işleri Bakanı) Fuat Paşa ile Fransız İstanbul Büyükelçisi M. Bourée arasında İstanbul’da öğretim dili Fransızca olan bir lise açılması kararlaştırılır.
Özetlersek, Galatasaray’ın kurulmasında iki etken önemli rol oynamıştır:
- Bunlardan birincisi, III. Napoleon’un Maarif Nazırı Victor Duruy’nin Osmanlı’ya eğitim reformuyla ilgili bir rapor vermesi,
- İkincisi ise, Padişah Abdülaziz’in ünlü Avrupa seyahati sırasında Fransa’da gördüğü eğitim kurumlarından etkilenmesidir. (Melih Şabanoğlu’nun açıklaması: Abdülaziz’in Fransa seyahatinin mektebin kurulmasıyla bir bağlantısı yok gerçekte. Bunu söyleyenler mektebin Osmanlı’nın inisiyatifiyle kurulduğunu ileri sürenler. Gerçekte bahsettiğin nota’dan kısa bir süre sonra (15 mart 1867) Fransa’nın dış işleri bakanı Moustier (kendisi bu görevden önce İstanbul’da sefirdi) Paris büyükelçisi Cemil Paşa’yla bir toplantı yapıp İstanbul’da bir lise açılması için kararlaştırıyor. Bu toplantıdan bir gün sonra cemil paşa Victor Duruy’yle görüşüyor. Zaten bu tarihler mektebin açılmasıyla ilgili ilk görüşmelerin Abdülaziz’in ziyaretinden önceye tarihlendiğini net biçimde ortaya koyuyor.)
Tabii bu iki etkenin yanı sıra, Tanzimat döneminin iki büyük devlet adamı Fuat ve özellikle de Ali Paşaların payını göz ardı etmemek gerekir.
Galatasaray Lise’ sinin açılmasının bir başka nedeni de, o güne kadar Osmanlı İmparatorluğu’ nda ilköğretim ile üniversite arasında orta-lise kurumlarının eksikliğiydi. Lisenin ilk müdürü M. De Salve Fransa’ ya döndükten sonra 1874 de “Revue de Deux Mondes” dergisinde yayınlanan “L’enseignement en Turquie – Le Lycée Impérial de Galata – Serai” (Türkiye de eğitim: Galatasaray Emperyal Lisesi) makalesinde o vakte kadar ilköğrenim ile yüksek öğretim arasında bir orta öğretim müessesesi kurulmamış olduğundan bahsederek:
“Bu teessüfe değer boşluk, hâkim milletin seviyesini diğer unsurların seviyesinden aşağı indiriyor ve yüksek okullar ile umumi hizmetlere girenlerin iktidarsız veya kâfi derecede hazırlanmamış olmalarına neden oluyordu. Bu hale son vermek için büyük masraflar edilerek Paris’ te 40 Osmanlı talebesi okutuluyordu. Bu öğrenciler, orada mümtaz öğretmenlerden ders alıyor, sonra Türkiye’ ye dönüyorlardı. Ne yazık ki, teşkilatındaki noksanlardan dolayı “Paris Mekteb-i Osmanisi” kendisinden beklenen neticeleri vermedi ve kapatılma mecburiyeti hasıl oldu.”
Yani, bu yazıdan da anlaşılacağı üzere,
- 1868 e kadar Osmanlı’ da orta öğrenim (rüştiye/idadi) diye bir kurum yoktu.(1)
- Memur ve idareci yetiştirmek üzere yabancılara muhtaçtık.
- Paris’te açtığımız idareci/memur yetiştirecek okula yeterince destek sağlayamadığımızdan kapatmak zorunda kaldık.
- Yerine Paris’teki okulun işlevini sağlayacak olan Galatasaray Lisesi’ ni kurduk!
Demek oluyor ki, Galatasaray’ın kuruluş amaçları arasında, bir Osmanlı bilinci yaratmak, gelişme için zorunlu olan eğitim reformunu geliştirmek, toplumsal kültürü ve bilinci ilerletmek, Batı kurumları ile bütünleşmeyi sağlamak bulunmaktaydı.
Ayrıca, yukarıdaki (Türkiye de eğitim: Emperyal Galatasaray Lisesi) parantezine dikkatinizi çekmek isterim:
Osmanlı da has/hakiki bir Emperyal güçtü. Emperyalizme sövenlere ve hatta Osmanlıcılara “Emperyalist” deyimini kullananlara da bu noktayı da hatırlatmakta yarar var!
Yazıyı okumaya devam edelim:
“Hükumet, Müslimler, Gregoryen Ermeniler, Rumlar, Bulgarlar, Ermeni Katolikleri, Latin Katolikleri ve Museviler için 150 meccani (ücretsiz) talebe tahsisatı verdi. Parasız girmek hakkı ancak Osmanlı tebaasına (yani sadece Müslümanlara!) ayrılmıştı. Fakat ücretini vermek şartıyla cins farkı gözetmeksizin herkes okula girebilecekti.”
“Almanlar, İtalyan jezvitleri ve Museviler tarafından şarkta açılmış olan birçok okulda görülen başarılar, M. Duruy’ nin dikkatini çekmiş olduğundan Akdeniz kıyılarındaki önemli merkezlerde Fransız okulu açmayı tasarlamıştı. Galatasaray Türk Lisesinin açılması kendi arzularına o kadar temas ediyordu ki bütün kuvvetiyle bu düşünceyi teşvik etmemesi mümkün değildi.”
“Tedrisat, Fransızca olacak ve edebiyat, tarih, coğrafya, riyaziyat, ihtiva edecek ve Türkçe, Arabî ve Farisi dahi ayrıca okutulacaktı. Yunanca ve Latince dersleri dahi ayrıca okunacaktı.”
Galatasaray Lisesi’nin açılması kararı o sırada İstanbul basınında ilk başta çok ilgi uyandırdı. İstanbul Gazetesi’nin 5 Mayıs 1868 tarih ve 293 sayısında “Halimiz” başlığı altında çıkan bir makalede:
“Her millet ilerliyor, her millet zengin olmaya çalışıyor, biz niye böyle kalıyoruz? Civarımızda bulunanlar bizi daima geçmeye çalışıyor. Biz neden günden güne gerilemeyi ihtiyar ediyoruz? Çocuklarımızın her türlü masrafına lüzumundan fazla para sarf ediyoruz? Öğretimine niçin parayı esirgiyoruz?”
“Her türlü eğlenceye para harcarız; bir kitaba 10 kuruş vermeye veya hiç olmazsa 40 para verip de gazete almaya ne sebepten kıyışamıyoruz? Bu gidişle nasıl ilerlemeyi düşünürüz? Şimdi karşıda Mekteb-i Sultani yapıldı ki ilan olunan nizamnameden anlaşılacağı üzere bundan ala ve muntazam mektep olamaz.”
“Artık mektebimiz yok lakırdısını ortadan kaldırmalı. Bakalım kaç kişi çocuğunu verecek?”
“İşte mektep, işte muntazam mektep, işte Avrupalılarınki gibi mektep. Haydi bakalım, çocukları verelim ve paramızı sakınmayalım. Oradan yetişecek çocuklarımızdır şimdilik bizi kurtaracak. Onlar çıktıktan sonra daha bize ne mektepler açar..” deniliyordu.
Nihayet Galatasaray Lisesinin açılması resmi olarak 15 Nisan 1868 de Sadrazam tezkeresinde yer alır:
“… Avrupa’nın en büyük mektepleri raddesinde yani her sınıf ahalinin yetenekli çocuklarına mahsus olmak üzere bir mekteb-i umum-i idadi tesisi ve Galatasarayı binasının buna tahsisi emir… … ilan olunması lazımeden olduğu gibi bahsedilen okula uygun bir isim verilmesi … bunun Mekteb-i Sultani nam-i celili ile yadolunması…”
M. Bourée, Fransız Maarif Nazırı Victor Duruy’ a gönderdiği 29 Nisan 1868 tarihli mektupta Galatasaray Lisesi’ nin açılmasına ve talebe kaydına başlanılmasına irade çıktığını bildiriyor ve “Yeni Lise her sınıftan ve her dinden talebe kabul edecektir. Talimatı her talebeyi dininin icaplarını ifaya mecbur tutmaktadır. Fakir bir aileden olup, hakiki bir zihni kabiliyet gösteren talebe için burslar tahsis olunmuştur. İcabına göre beş veya altı sene sürecek tahsil sonunda diploma alacak talebe umumi hizmetlere veya askeri ve sivil yüksek okullara girebilecektir. Şimdiden okula Müslüman, ermeni, Katolik, Grek, Musevi ve Bulgar olmak üzere 300 talebe kayıt için müracaat etmiştir. Bu beraberlik, İmparatorluğun muhtelif unsurları arasında manevi bir bağ teşkil ederek halen kendilerini birbirinden ayıran batıl fikirleri de söndürmeye yarayacak bir reformun başarı ile neticelenmesine hayırlı bir alamettir.” diyor.
Galatasaray’ın Tesisi hakkında irade çıktıktan sonra mektebin 10 maddelik nizamnamesi gazetelerde yayınlanmış, bu nizamnamenin Türkçe, Rumca ve Ermenice baskıları da ayrıca çıkartılmıştır. İstanbul Gazetesinin 16, 17 ve 18 Haziran tarih ve 323, 324 ve 325 sayılı nüshalarında sureti yayınlanan 4. Maddesinde okulda okunacak derslerin bazıları:
- Lisan-ı Osmanî
- Fransız lisanı
- Ahlak ve adap,
- Kanun, tıp ve eczacılık eğitimine lazım olacak kadar Latin lisanı
- İştikakı yunaniye
- Tarihi Osmanî ve umumi
- Umum coğrafya ile Osmanlı ziraat ve ticaret ve sınaat ve ahval-i mülkiye coğrafyası
- Astronomi
- Cerr-i easkal ve cihet-i maliyatı
- Fizik ve kimya
- Tarih-i tabii
- Mebadi-i ilm-i hukuk
- İdre-i mülkiye
- Mebadi-i ilm-i hitabet ve edebiyat
- Resm-i hatti ve resm-i adi
- Muhasebe ve defter tutmak ve mevadd-i ticaret
Okunacak derslerin anlaşılır olması için önemlileri kalın olarak belirttim. Galatasaray Lisesi’ nde okuduğum sıralarda Matematik, Fransızca, Felsefe, Biyoloji, Fizik ve Kimya dışındakiler Türkçe okutuluyordu, halen de aynı şekilde devam ediyor; yani Tarih, coğrafya, Milli Güvenlik, Edebiyat gibi ulusal konuları ilgilendiren dersler doğal olarak Türkçe yapılıyor; bilmeyenlerin söylediği gibi Fransızca değil.. Ayrıca, artık Fransızca eski önemini kaybettiği için, İngilizce’ ye de Fransızca kadar önem veriliyor…
Dönelim M. De Salve’ nin yukarıda bahsettiğimiz makalesine… Acaba okul açılınca problemler çözüldü ve insanlar bundan memnun oldular mı dersiniz? Nerde..
- “… Rumlar, lisanlarına pek az zaman ayrılmış olmazından şikayet ediyor,..”
- “Kısmen İspanyol oldukları halde engizisyon tarafından memleketlerinden kaçan Museviler de vaktiyle kendilerini zarara uğratmış olan dini, muhafazakarlık dolayısıyla çocuklarını bir Hıristiyan tarafından idare edilen bir İslam kurumuna vermekte tereddüt ediyorlardı…”
- “Galatasaray Lisesi açılmadan önce Papa tarafından açıklanan bir karar, Katolik ailelerini çocuklarını okula yazdırmaktan men ediyor ve aksi halde kilisenin himayesine mazhar olamayacaklarını ilan ediyordu. Bu yasaklama birkaç ay sonra tekrarlanmıştı. Katolikler, muhtelif ırkların bir arada bulunmasının güya Katolik çocuklarına tesir edeceğinden korkuyordu. Halbuki okulun ilk 2 senesinde fena hareketlerinden dolayı okuldan uzaklaştırılan Katolik öğrenci sayısı, diğer dinlere mensup talebelerin miktarından 5 kat daha fazla idi..”
Görüldüğü üzere, ilk şikayetler azınlıklardan gelmektedir. Hatta 24 Ağustos 1868 tarihli İstanbul Gazetesinde şöyle yazmaktadır:
“… Rum Patriği dahi.. Yunan lisanının okutulmayacağını bahane ile Rum çocuklarının mekteb-i mezkûra gitmekten men eylemişti.
İşte medeniyet sahibi iddiasında olan Hıristiyan milletlerin başlıca 2 şubesi ruesay-i ruhaniyesi intişar-ı ulum ve fünun maksadı ile yapılan bir mektebin küşadına hail olmak istemektedirler.
Şimdi taassup hangi tarafta kaldı? İslam’da mı, yoksa Hıristiyan’da mı? Artık ehl-i insaf söylesin. Şüphe yok ki Hıristiyan’da kaldı.”
Halbuki 1820’lere kadar Ortodokslarla Müslümanların bir birini sevmemesi gibi bir durum yoktu. Çünkü, Avrupalıların da kışkırtmasıyla Türkler “Büyük Yunan Medeniyeti” ni yok eden kavim olarak gösterilmiş ve 1821 de Yunan milliyetçiliği adı altında Mora yarımadası isyanı başladı. “Megali idea” yani “Büyük Yunanistan Fikri” ancak 50 sene kadar tutabilmiş olsa dahi, hala aynı konu tekrar tekrar pişirip önümüze getirilmektedir..
Üstteki paragraf ile Osmanlı Emperyalizminin bir birine ters düştüğü zannedilmesin: Osmanlı, tebaasının yalnız dini inancına karışmamıştır! Buna karşılık, birçok yönde kısıtlama getirmiş (bakınız: yukarıda anlatılan okula kabul edilmeme, aşağıda anlatılan kölelik vs..), hatta köle olarak kullanmıştır!
Osmanlının yaptığı en büyük hataların başında Kapitülasyonlar gelir. Buna bağlı olarak, ticareti Musevilere, zanaatı Rum ve Ermenilere bırakınca, Türklere ya tarla sürmek veya savaşıp ganimet paylaşmak kalmıştır. Naçiz düşünceme göre de, ulusumuzun –hadi tembelliği demeyeyim- ataleti bu tarih sayfalarından gelmektedir…
Engelhardt, “La Turquie et le Tanzimat” adlı eserinde (Cilt 2, sayfa 13), Galatasaray’ ın açılmasının Rus Elçisinin de neşesini kaçırdığını ve lisede kendi dillerine yeterince yer verilmediği için liseye kayıt olmaktan kaçınan Rumları onayladığını yazıyordu. Diğer taraftan İstanbul Gazetesinin 18 Mayıs 1868 tarihli sayısında “dersleri yalnız Fransızca olmak üzere izin verilen mektebe karşılık, dersleri yalnız Rusça verilmek üzere bir okul küşadına daha müsaade olunmasının Rusya Sefiri General Ignatieff tarafından Babıali’ye teklif olunduğu… ve Rusya’ nın bu konuda zerre kadar müdahale etmeye hakkı olmadığını ifade eylemişlerdir…” yazıyordu.
Abdülaziz’in huzurunda Ermeni cemaatinin sadakatinden bahsederek bir nutuk atan Ermeni Patriğine, Padişah tarafından verilen ve Terakki Gazetesinin 6 Birinci Kanun 1869 tarihli sayısında çıkan cevapta “… her sınıf tebaamın zahmetsizce tahsil-i ilim ve maarif etmesi için bir mektep teşkil olundu. Orada istisnasız talim ve terbiye bulup mutlu olmaları arzumuzdur.” denilmekteydi.
Şimdiye kadar azınlıkların okulun kurulmasına karşı çıkmalarını okudunuz. Biraz da Müslümanların yorumlarını paylaşalım.
Engelhardt, sözü geçen eserinde, Galatasaray’ın açılmasının Türkler üzerine yaptığı tesiri anlatırken “Müslümanlara gelince denilebilir ki bir yabancı markasını açık olarak taşımakta olan bir kuruma az meyilliydiler. Bu müessese, eskiden beri hükumet okullarındaki parasız eğitim sistemini bozuyordu.” diye belirtiyordu.
Türklerden okulun kurulmasına karşı çıkanlar arasında, o zamana göre aydınların önde gelenlerinden Namık Kemal vardı ve 31 mayıs 1869 tarihli Hürriyet gazetesinde şöyle yazıyordu:
“ Ne gariptir ki Babıali, yaptığı Mekteb-i Sultani ile iftihar ediyor…. Hele Fransız Sefiri M. Bourée’nin baskısıyla yapılmış bir mektebi, devletin kendi eser-i marifeti gibi mazbatasına eklemesi, kahkaha-ı istiğrabe (alışılmamış) şayan olan maddelerdendir..”
Daha sonra Galatasaray Lisesi Müdürlüğü de yapacak olan Ali Suavi de Londra’ da çıkardığı “Muhbir” Gazetesinin 20 Mayıs 1868 tarihli sayısında:
“… Fransa lisanına, hususan nezaretine tahsis ederek Osmanlı Mektebi açtınız. Bu ise, Şarkta Fransız tefevvükünü diğer devlet nüfuslarına tercih etmek demektir..” yazmaktaydı… Sormazlar mı Ali Suavi’ ye: “ Madem karşıydın, niye Müdür oldun?” diye…
Hakayitül Vakayi Gazetesinin 20 İkinciteşrin 1871 tarihli nüshasındaki bir makalede:
“Lakin arzu olunan öyle mekteplerdir ki din adabı ve milli ahlaka uyan, kendilerine şart ve vazife kılınmış ve müslim ve gayri müslim talebesi bulunan tüm akvam-i Osmaniyenin vatan terbiyelerini bozmamak ve Avrupalıların yalnız ilim ve fennini talim ve telkin ile etvar ve emzice-i frengane ile talebe-i mümaileyhim efkarını mezc ve tahlitten tahaşi etmek mekteb-i mezbura esasi vazife tanıttırılmış ve ülüm ve fünunun lisan-i Türk-i ile tahsili kendinde usul ittihaz olunmuş. Yoksa şimdiki Mekteb-i Sultani, vatan evladının terbiyesini bozmaktan başka bir netice vermez” deniliyordu.
Görüldüğü üzere, Türklerin ilk karşı çıktıkları nokta, okulun Fransız baskısıyla kurulmuş olmasıydı. İkinci önemli konu ise öğrencilerin ahlakının bozulması endişesiydi…
Lisenin ilk müdürü M. De Salve, müessesede ne gibi güçlüklere maruz kaldığını belirtirken:
“Çok defalar baş göstermiş bir korku vardı ki, o da öğretmenlerin öğrenciler arasında din propagandası yapma ihtimaliydi.
Bu kadar zorluğa ve halkın okula karşı alacağı vaziyetin tevlit edebileceği şüphelere rağmen lise 1 Eylül 1868 tarihinde açıldı. Ve daha ilk günlerde talebesinin adedi 341 e ulaştı ki dini itibariyle şöyle sınıflandırılabilirler:
- 147 Müslüman
- 48 Gregoryen Ermeni
- 36 Rum
- 34 Musevi
- 34 Bulgar
- 23 Latin Katolik
- 19 Ermeni Katolik
Öğrencilerden 240’ ı hiç Fransızca bilmiyordu. 60’ ı biraz okuyup yazabiliyor, fakat anlamıyorlardı, yalnız 40’ ı Fransızcayı oldukça biliyorlardı.
Lise açılır açılmaz idare, önceden tahmin edilemeyen zorluklarla karşılaştı:
- Kuran, her Müslüman için günde müteaddit defalar abdest almayı emrettiği gibi, bazı hallerde yıkanmayı da mecbur tutmuştur. Diğer taraftan, ramazan ayında gündüzün İslamlara her türlü yemek ve içmek yasaktır. Ayrıca, Ramazan vakti de seneye göre değişmektedir. İstanbul’daki saatlerin hesabı da batıdaki gibi değildir. Türkler yalnız gurubi saat kullanırlar. Hıristiyanlar da daha batı takvimini kabul etmemişlerdir.
- Türklerin tatil günü Cuma, Musevilerinki Cumartesi, Hıristiyanlarınki Pazar günüdür.
- Resmi ve dini bayram ve yortu günleri ne muhtelif milletlerde, ne de aynı milletin muhtelif mezheplerinde müttehit değildir.
- Gıda itibarıyla da Türk, Hıristiyan ve Musevilerin alışkanlıkları çok farklıdır.
- Ayrıca, kısmen okulda ikamet eden öğretmenler bile köken ve karakterleri itibariyle anlaşmazlıklara neden olabilirlerdi. Aralarında Türkler, Fransızlar, Ermeniler, Rumlar, İtalyanlar ve İngilizler bulunuyordu.” yazmaktadır.
Görüldüğü üzere, problemlerin çoğu, halk arasında din farklılıklarından gelmekteydi. Halbuki Galatasaray Lisesi dinler arasında köprü olarak kurulmuştur. Kaldı ki dinimiz İslam’ a göre de tek Tanrı’ ya inananlar aynı safta ve değerde değil midir?
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, okulun açılışından bir ay sonra öğrenci sayısı 403’ e, eğitim yılı sonuna doğru 530’ a, bir sonraki ders yılı başında 640’ a yani neredeyse ilk senede 2 katına erişmişti.
De Salve okulun başarısını şu şekilde anlatmaktadır:
“3. seneden itibaren 1871 Temmuzunda 8 öğrenci, bir Fransız komisyonu huzurunda “bachelier es-sciences” diploması elde etti… Bu başarılar, öğrencinin kabiliyeti ve azimli çalışması kadar, öğretmenlerin kıymet ve fedakarlıklarının delilidir.”
“… Doğu kavimlerini ciddi bir zihni kültür almaya istidatsız, kesin ve meşum bir atalete mahkum hale gelmiş zannetmenin hata olduğu sabit oldu.”
“En zeki ve haluk çocukların hangi unsura mensup olduklarını tetkik etmek enteresandır. Her iki bakımdan Bulgarlar birinciliği muhafaza ediyordu. Onlardan sonra Ermeniler, Türkler, Museviler ve nihayet, üzüntü ile söylerim ki- Latin Katolikler geliyordu. Rumlar arasında birkaç iyi talebe olmakla beraber çok fenaları vardı.”
“… bir çok Türk genci, dersleri yaşdaşları olan köleleri ile birlikte takip ediyorlardı. Köleler aynı sırada oturuyor, aynı elbiseyi giyiyorlar… Filhakika, Türkiye’ de kölelik durumu çok mülayimleşmiş ve ailede bir mevki kazanmıştır.” (Demek ki, 19.yy. sonunda dahi Osmanlıda kölelik –yumuşasa dahi- devam ediyordu; Amerika zencilerine yapılanlara karşı çıkanlara duyurulur. Buradan kölelik taraftarı olduğum kat’iyen anlaşılmasın! Tabii ki karşıyım. Ama tarihi incelerken, tarihimizi pembe gözlüklerle izlememizi istemiyorum; gerçeklerle yüzleşmemiz için açıklamalara ihtiyaç duyuyorum..)
Bu yazışmalar süregelsin, 5 Haziran 1870 deki büyük yangın sırasında lise binası tahrip oldu.
Birkaç gün sonra da, Osmanlılar Prusya ile savaşa başladı. İşte bu iki olay, lisenin kaderini değiştirdi. İsterseniz bu değişiklikleri M. De Salve in kaleminden okuyalım:
“Bu senenin son aylarında Türklerin Fransızlar hakkındaki genel eğilimlerinde derin bir değişiklik görüldü… Askeri heyetimizin memuriyetine son verildi. Tıbbiye okulu tedrisatının Fransızca olarak devam etmemesi kararlaştırıldı. Fransızca bir çok Osmanlı okulundan kaldırıldı.”
“O zamandan beri bu irticai hareketler durmadı. Fransızlar eski zamanlardan beri mahkemelerde kullanıldığı halde, İstanbul’da bundan böyle mahkemelerde müdafaalarda ancak Türkçe dilinin kullanılması kara altına alındı. Süveyş kanalı ve hasunist Ermeniler meselelerinde de Osmanlı hükumetinin aldığı tedbirlerden bizim hakkımızdaki eğilimlerin ne kadar az hayırlı olduğunu istidlal edebiliriz.”
“Ali Paşa tarafından himayeye mazhar olan Galatasaray Lisesi, uğradığı hücumlara karşı bir müddet direnç gösterdi. Fakat saadet rüzgarı, artık yelkenlerini şişirmiyordu. Bazı aileler çocuklarını okuldan çektiler. 1870-71 ders yılında okul öğrencilerini ortalama sayısı 569 a indi.”
“1871 eylülünde Sadrazam Ali Paşa.. öldü. Bu andan itibaren, bakanlığın sui niyeti açık olarak her vesile ile kendini gösterdi. Nihayet okulun idaresini işkal edecek adi tasibat şeklini aldı. Fransız müdür, bu şartlar altında vazife yapamayacağını anlayarak Fransa’ya döndü. Ayrıldığı zaman okulun 471 talebesi vardı. Bir ay sonra okul, yeni müdür Vahan Efendi zamanında 109 öğrencisini daha kaybetti.”
“Ermeni Vahan Efendinin yerine bir müddet sonra Rum Fotyadis Bey, daha sonra Sava Paşa geçti. Bir sene evvel lise, yerini Tıbbiye Okulu ile değiştirmeye mecbur kaldı ve Gülhane civarına nakledildi.”
Yukarıdaki paragraftan da anlaşılacağı üzere, Namık Kemal, Ali Suavi vs.. nin beğenmediği Fransızlar okul yönetimden çekilince ne ermenisi, ne rumu, ne müslümanı lise idaresinde başarı sağlayamamışlar ve sık sık değiştirilmek zorunda kalmışlardır..
“Okulun Hıristiyan mahallerinden uzaklaştırılması ve maksadına eski binadan daha az elverişli bir binaya taşınması Fransız düşmanlarına gösterilmiş bir jest olarak telakki edildi. Bundan dolayı, Fransız memurların büyük bir kısmı çekilmeyi uygun buldular.”
“Galatasaray Lisesi hala devam ediyor ve bu haliyle daha birçok hizmetler daha birçok hizmetler yapabilir. Fakat adı değiştirildi ve bu suretle kaynağının hatırası güya silinmek istenildi….”
“Eğer kırım Muharebesinden sonra Fransa, bir askeri heyeti İstanbul’ da bırakmakla beraber Türkiye’nin başlıca şehirlerinde Galatasaray’a benzer liseler kurmayı düşünmüş olsaydı, bu kurumlar serbestçe gelişecek ve 15 yıllık bir devre boyunca bütün öğretim derecelerini geçirmiş 7-8 nesil yetiştirerek cemiyetin içine atmış olacaktı. Bu suretle orada yetişecek yerli öğretmenler, yabancıların yerini tutacak ve lisenin kuruluşu sırasında eksik kalan milli karakteri ona vererek okulların bütün öğretmen ihtiyacını da karşılayacaktı. Okuldan yetişenler giderek daha fazla umumi hizmetlerde, ticarette sanayi ve zenaatte memleketin fikir ve ahlak düzeyini yükseltecek ve kim bilir memlekette ne değişiklikler vücuda getireceklerdi…”
Şimdi senelerin akışına bırakalım kendimizi ve XX. yy. başındaki iki ekleme ile yazımıza son verelim..
Galatasaray Lisesi mezunu (1873) ilk müdürümüz (1894-1908) ve Galatasaraylılar Derneği’nin kurucusu ve ilk başkanı (1908-1918) öğretmen, tarihçi ve devlet adamı olan Abdurrahman Şeref Efendi Lisemizde bize verilen en önemli eğitimi:
“ Okul ikinci ailedir. Kardeşlik topluluğu orada başlar.” hükmü gerçekleşmiş ve öğrencilerde ciddiyet ve haysiyet ve maarif ve medeniyete ve vatan ve insanlığa muhabbet hisleri uyanmış ve memlekete her çeşit meslek için bir hayli adam yetiştirmiştir.” yazarak açıklamıştır.
Hakikaten okulumuz bize kardeşlik, yardımseverlik ve özgün düşünmeyi aşılamıştır. Bunda da yatılılık çok önemli bir rol oynar. Belki de toplumumuz tarafından gıpta ile bakılan en önemli hasletimiz aramızdaki dayanışmadır.
Bu konuyu Atamızın değerli Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in gözüyle irdeleyelim isterseniz:
Köy Enstitüleri Kuruluşuna ön ayak olan değerli Maarif Bakanımız Hasan Ali Yücel Lisemizin 75. Kuruluş yıldönümü nedeniyle 1 Eylül 1943 de yapılan törende Türk Gazetelerinin sık sık tenkit ettiği “Milli Karakter” eksiğinin zamanla giderildiğine işaret ederek “kurulduğu tarihten bu ana geldikçe ve cemiyet içerisinde milli şuurun ışığı günden güne kuvvetlendikçe Galatasaray’ın ve Galatasaraylıların öz benliği kudretini daima artmış görüyoruz” demekle tarihi gerçeği çok veciz bir şekilde ifade etmiştir… Memleketimizde Türkçülük idealinin ilk tapınağı ve en verimli kaynağı olan Türk Ocaklarını kuranın bir Galatasaraylı olduğunu, Abdurrahman Şeref’lerin, Tevfik Fikret’lerin, Ahmet Hikmet’lerin, Ali Rana Tarhan’ların, Ruşen Eşref Ünaydın’ların, Necmettin Sadak’ların, Ahmet Haşim’lerin, Emin Bülent’lerin ve daha memleketin muhtelif alanlarında mesleklerine ve Türklüğe şeref vermiş olan yüzlerce Türk evladının bu kurumdan yetişmiş olduklarını düşününce Namık Kemal gibi düşünenlerin ne kadar yanlış fikre saplandıkları aşikârdır.
Bununla beraber, Cumhuriyet öncesinde okul içindeki Türkçe ve Fransızca eğitim müstakil birer bütün sayılırdı. Fransızca kısmını ilk sınıflarında okuyan talebelerden Türkçe kısmının ileri sınıflarında okuyanlar da bulunurdu. Bunu tersi de olurdu. Azınlık ve ecnebiler Türkçeden geri, Fransızcada ileri idiler. Bu tabii olmayan durum 1924 e kadar devam etti. Bu tarihten itibaren prensip olarak her talebenin Türkçe ve yabancı dil bakımından hiçbir ayrılığa tabi tutulmadan okulu başından sonuna kadar tek çizgi halinde bitirmesi temin olundu. Cumhuriyet maarifçilerinin anlayışında yabancı dil, ne bir gaye, ne de o dilin ait olduğu kültüre intibak içindir; ancak düşünce ve görüş açıklığı için bir araçtır, fakat önemli bir araçtır.”
Programlar, memleket bilim kadar milliyetçi ve inkılapçı, ahlak bakımından kuvvetli aydınlar yetiştirebilecek şekle sokuldu…. Mezunların gerek memleketimizde, gerek yabancı ülkelerdeki başarıları, doğru görüşleri objektif delillerdir.”
Son iki paragraf bence çok önemlidir, çünkü bağnaz kafaların düşündükleri yabancı hayranı mezunların yetişmediğini açıkça belirtmektedir. Tersine, öğrencilerin fikrini açıkça ifade etmesi, kendini ifadeden çekinmemesi için “fikri hür vicdani hür, irfanı hür şair” Tevfik Fikret, müdürlüğü sırasında bugün kendi adını taşıyan ünlü konferans salonunu yaptırmıştı. Bu konuda sözü isterseniz Vahdettin Ergin’e bırakalım:
“Tevfik Fikret öğrencilerin medeni cesareti olan ve kendilerine güven duyan kişiler olarak yetişmesi gereğine inanıyordu. Fakat mektepte edindiği izlenimlere göre, öğrencilerin çoğu sıkılgan idi. Bir topluluk karşısında konuşurken sıkılıyorlar, cevap verirken kızarıyorlardı. Halbuki içlerinden birçoğu ileride milletvekili, bakan veya sefir olacaktı. İşte öğrencilerin daha mektepte iken toplum karşısında güzel konuşmaya alışmalarını sağlayabilmek için, inşaatın sürdüğü sırada (mektebin yandıktan sonra yeniden yapılmasını kastediyor [Ali Sirmen].) mektebe bir de konferans salonu yaptırmıştır. Girişim her ne kadar iyi niyetli ise de, bazı kişiler, konferans salonu yapılmasını istismar etmek istemişlerdir. Konferans salonu mektep mescidinin üst katında bulunduğu için, “Cami üzerinde tiyatro olur mu?” tarzında söylentiler çıkmıştır. Bu söylentilerin Tevfik Fikret’i son derecede üzdüğü anlaşılmaktadır. Fakat o bunlara aldırmayarak, inşaatın bitirilmesine gayret etmiştir”
Bu arada belirtmek isterim ki, Tevfik Fikret’in adını taşıyan salonun arkasındaki küçük fuaye de yine Galatasaraylı olan ünlü mimar Vedat Tek tarafından “tiyatro salonlarının fuayesi olur” diyerek yapılmıştır.”
Son not olarak da eklemek istediğim konu:
Gazi Mustafa Kemal ilk olarak 14 Aralık 1930 da Lisemizi ziyaret ederek tetkiklerde bulunmuş ve memnuniyetini kendi el yazısıyla imzaladığı resimle belgelemiştir.
Gururla belirtirim ki, Atamızın anısını bırakarak gezdiği tek okul Galatasaray Lisesi’dir..
Dr. Ahmet Girgin
Ekim 2012
Notlar:
- Rüşdiye’ nin kelime anlamı Arapça’da erginliğe giren akli olarak olgunlaşan demektir. Diğer anlamıyla ise eskiden İptidâî ile İdadi arasında üçü ilk ve üçü orta olmak üzere altı sınıflık bir mekteptir.
II. Mahmut devrinde 1838 yılında sıbyan mekteplerinin üstünde, sınıf-ı sânî okullarının açılmasına karar verilmiş, daha sonra bu okulların adı “Rüşdiye” olarak değiştirilmiştir.
1846 yılında Mekatip-i Umûmiye Nezâretinin kurulmasıyla da Osmanlı devleti dahilinde Rüşdiyelerin açılmasına başlanacaktır. İlk etapta dört yıllık eğitim ve öğretim programı görülmüşse de, Darü’l-Ma’ârif açılınca altı yıllık bir programa tabi tutulmuşlardır. Rüşdiyelerin ders programına baktığımızda temel olarak Kur’an-ı Kerim, Akaid, Arapça, Hesap ve yazı derslerinin verildiği görülmektedir.
1848 yılında gelindiğinde ise bu derslere ilave olarak Hendese derslerinin de verilmeye başlandığını görmekteyiz. 1869 tarihli Ma’ârif Nizamnâmesinin 23. Maddesine göre Rüşdiyelilerin ders programında şu derslerin mevcudiyeti görülmektedir; Mebadi-i Ulûmu diniye (Din ilimlerine Giriş), Lisân-ı Osmanî Kavaidi (Dilbilgisi), İmla ve inşa, Tertib-i cedid üzere kavaid-i Arabiye ve Farsiye, Tersim-i Hudud, İlm-i Hesap, Defter tutmak usûlu, mebadii hendese, Jimnastik, Rüşdiyelerin bulunduğu bölgede kullanılan ikinci dil, ticaret merkezlerinde isteyen öğrenciye Fransızca.
1869 yılında Adana Vilâyetinde 6 rüşdiye ve bu rüşdiyelerde eğitim öğretim görmekte olan 328 talebenin varlığı görülmektedir. Erkek ve kızlar için ayrı olan rüşdiyeler 11 yaşına gelen çocukları kabul etmektedir. İstanbul’da 1883 tarihinde 15 erkek, 11 kız rüşdiyesi mevcuttur.
1867 yılına kadar rüşdiyelere sadece Müslüman öğrenci alınmaktaydı. Bu tarihte Osmanlıcılık ideolojisi gereği Hıristiyan çocuklarında okullara alınması prensip olarak kabul edilmiştir.
1869 Ma’ârif-i Umûmiye Nizamnâmesi rüşdiyeler içinde yeni hükümler taşımaktadır. Nizamnâme’nin Rüşdiyelerle ilgili hükümleri şunlardır:
- Beş yüz haneden fazla her kasabada bir rüşdiye açılacak,
- Rüşdiyelerin öğretim süresi dört yıl olacak,
- Her rüşdiyede bir veya iki muallim ayrıca 1 mübaşir ve bir bevvab (hademe) görevlendirilecek,
- Rüşdiyelerin masrafı Vilâyet Ma’ârif idaresi sandığından karşılanacak,
- Bütün rüşdiyeler 1-23 Ağustos arasında tatile girecek.,
- Rüşdiyeyi bitirenler imtihanla İdadilere alınacak.
1878 yılından itibaren rüşdiyelerin ıslahına ve yenilerinin açılmasına başlanmış ve kısa zamanda rüşdiyeler eski sayısına ulaşmıştır. Osmanlı-Rus Savaşı (1877)nda azalmıştır, fakat 1880’lerden sonra İdadilerin önem kazanmasıyla Rüşdiyeler ikinci plana itilmiştir. Bununla birlikte, devrin sonlarına doğru imparatorlukta 619 rüşdiye okulu mevcut olup, toplam 40.000 civarında talebenin devam ettiği anlaşılmaktadır.
- İdadi (İdâdî) Osmanlı Devleti eğitim sisteminde orta tahsili veren mektep. Sultanîlere ve meslek yüksek okullarına öğrenci yetiştirmek gayesiyle kuruldu. İlk olarak 1838’de açılmaya başlanan rüştiyelere öğrenci yetiştirecek sıbyan okullarına hazırlık sınıfı manasına idâdî denildi. Daha sonra Mekteb-i Tıbbiye ve Mekteb-i Harbiye gibi yüksek askerî okulların hazırlık sınıflarına da askerî idâdî adı verildi. 1869’da çıkarılan Maârif Nizâmnâmesinde de bu ad altında okullar açılması isteniyordu. Buna göre idâdîlerin öğretim süresi, rüştiye sınıfları ile birlikte yedi yıldı. İdâdîler yaygınlaştırılarak her vilâyete birer tâne açıldı. Sancaklarda ise idâdîlerin öğretim süresi beş yıldı. Vilâyet merkezlerindeki idâdîler, İkinci meşrûtiyet döneminde sultânîye dönüştürüldü. 1923’ten sonra ise ortaokul ve lise adı altında faaliyetlerini sürdürdüler.
- Galatasaray eğitim alanındaki ilk sivil reform girişimi örneği olarak kabul edilebilir. Daha önce 1826 da kurulmuş olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin bidayette askeri bir kuruluş olduğunu da unutmamak gerekir.
- 1868 de kurulan Mekteb – i Sultani ile orta öğretimde ilk sivil reform, daha sonra aynı kurum içinde 1874 te oluşturulan Darülfunun ile üniversite düzeyinde ilk sivil reform girişimleri yapılmıştır. Bu gelişmelerden de anlaşılacağı üzere, Mekteb-i Sultani bünyesinde açılan bir üniversite olarak Darülfünun-ı Sultani, 1874–1881 yılları arasında eğitim vermiş, 1881 yılından itibaren ise faaliyetleri sona ermiştir.
- XX yy. başı Türkiye’sini ve yurttaşın eğitimini anlamak için Uğur Dündar’ın Turgut Özakman ile yaptığı röportajdan bazı kesitleri eklemenin faydası olacak kanısındayım:
UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Özakman, Cumhuriyet’in borca batmış bir miras devraldığını biliyoruz. Bu mirasla ilgili olarak ayrıntılı bilgi verir misiniz?
TURGUT ÖZAKMAN (TÖ): O dönemin fotoğrafı şöyle:
Kanuni dönemindeki devlet, artık 300 yıl geride kalmış… Kaç zamandır yarı sömürge halinde, güçsüz bir devlet söz konusu. İdari, ekonomik, mali ve hukuki kapitülasyonlar sürüyor. Halk yurttaş değil, padişahın kulu. İlkel bir tarım toplumu, iflas etmiş bir maliye. Büyük bir dış borç, yarı ölü bir ekonomi. Cılız, küçük bir sanayi. Ağır sanayi neredeyse sıfır. Kişi başına düşen milli gelir, sadece 4 lira. Hemen her şey, pencere camı bile ithal edilir durumda. Şeker de ithal ediliyor. Anadolu buğdayı İstanbul’a taşınamadığı için, buğday Rusya’dan alınıyor. Sıtma, frengi, verem, trahom gibi hastalıklar yaygın. Ülkede 40 bin köye karşılık ebe sayısı 200 kadar… 0-2 yaş grubu çocuklarda ölüm oranı yüzde 60. Bütün imparatorlukta sadece 158 ortaokul ve lise, bir tane de medrese uzantısı bir üniversite var. Anadolu, çağdışı ilkel medreselerin elinde. Tüm liselerde okuyan kız öğrenci sayısı 230…
- UD: O dönemde kadınlarımızın durumları nasıl?
TÖ: Güzel bir soru. O dönemde bütün temel meslekler erkeklerin tekelinde. Kadının seçme-seçilme hakkı yok, yani yurttaş sayılmıyor. Kadınların toplumsal hayatları ve hakları da yok. Çok zorunlu hallerde sokağa ancak çarşaf ve peçeyle çıkabiliyor. Okur-yazar oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda ise binde 4… (İlk nüfus sayımı II. Mahmut döneminde yapılmış, yalnız erkekler ve hayvanlar sayılmıştır. Kadın var sayılmamış!)
Bütün Türkiye’deki gazetelerin toplam satışı ancak 100 bin dolayında.
Hemen hemen tüm yasalar, çağın gereklerinin gerisinde. Ülke birçok alanda ortaçağı, ortaçağ ilkelliğini ve baskısını yaşıyor. Cumhuriyetin devraldığı miras, işte budur.
GALATASARAY LİSESİ’NİN VERDİĞİ EĞİTİME ÖVGÜ
13 Ocak 2005
Prof. Dr. Ahmed Yüksel ÖZEMRE
(Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Eski Başkanı)
Mekteb-i Sultânî’den (Galatasaray Lisesi’nden) mezun olduğum 1954 yılından beri yaklaşık 48 sene geçti Bu zaman zarfında bu lisenin ve hemen hemen hepsi de rahmetlik olmuş olan hocalarımın bana neler kazandırmış olduğunu defalarca derûnumda tefekkür etmek ve arkadaşlarımla da tartışmak imkânım oldu.
Ayrıca, bâzı çevrelerde Galatasaray’ı ve mezunlarını Batı’nın kayıtsız şartsız kör hayrânı ve hattâ vatan-millet düşmanı olarak ilân eden zihniyetlerin altında ne türlü 1) özlemlerin, 2) ezikliklerin, 3) vehimlerin ve 4) güvenilir bilgi eksikliğinin yatmakta olduğunu tesbit ve tahlil etmek imkânım da oldu.
Ağabeyimin dönemiyle (1937-1945) birlikte Galatasaray Lisesi’nin târihinden tam 16 yılını yaşamış bir kimse olarak ben (1946-1954), bu liseden bütün bu zaman zarfında, gerçekten de “dinini, aslını, medeniyetini inkâr eden” sayılabilecek tek bir kişinin çıkmış olduğunu söyleyebilirim. Ve o da bunu sinsice değil fakat Basın’daki çeşitli yazılarıyla cesâretle ilân etmiştir. Bununla beraber bu kadarlık bir fire de 16 yılda 2000 mezun vermiş olan bir toplulukta olağan sayılmalıdır.
Okuldaki davranışı ne kadar ciddiyetten uzak, ne kadar disiplin ve hattâ edeb dışı olmuş olsa bile, bu okulun havasını teneffüs etmiş olan herkesin hayatta iyi bir aile reisi ve başarılı olmuş olduğunu söyleyebilirim. Bu, Galatasaray Lisesi’nden bir süre okuduktan sonra ister disiplinsizlik, isterse başka sebeplerden ötürü eğitimini başka bir lisede tamamlamış olanlar için de geçerlidir. Bunun en iyi örneklerinden birisi okulu 8. sınıfta iken terk etmek zorunda kalmış olan kıymetli dilbilimcimiz, rahmetli Prof.Dr. Berke Vardar’dır.
Söz konusu 16 yıl içinde Galatasaray Lisesi’nin: İsmail Habib Sevük, Nihat Sâmi Banarlı, Hâlit Fahri Ozansoy, Ercümend Ekrem Talû, Refet Avni Aras, Orhan Şaik Gökyay, Nurettin Ergin, Esad Mahmud Karakurt, Muvaffak Benderli, Ömer Zeki Defne, Ahmet Kutsi Tecer gibi Türkçe Edebiyat hocalarına ve Râşid Erer, Hâlit Sarıkaya, Muhiddin Sandıkçıoğlu, Sâmih Nâfiz Tansu gibi Târih hocalarına bir göz atılacak olursa milliyetperverlikleri müsellem, Türk târihine ve medeniyetine âşık olan bu hocaların eğitimlerine tâbî olan öğrencinin ait olduğu cemiyetin mânevî değerlerini reddetmesi kolay değildir. Ve eğer istisnaî olarak reddetmişse bu, muhakkak ki, Galatasaray Lisesi’nde verilen eğitimin dışında kalan bir takım çok özel sebepler gerektirir.
Diğer taraftan, Fransız hocalarımıza gelince bunlar bir başka milletin, bir başka dinin, bir başka zihniyetin, ve bir başka medeniyetin fertleri olmalarına rağmen bizlere hiç bir zaman mensubu olduklarının sinsi ya da dayatmacı bir propagandasını yapmadılar. Olayları daima objektif bir tarzda temyiz ve münâkaşamıza takdîm etmeyi tercih ettiler. Bilâkis, biz onlarda, kendini otokritiğe tâbî tutma adâletini ve fazîletini bulduk. Bu örnek tutum bizleri pekçok konuda önyargılı olmaktan da iz’an, fehâmet, idrâk ve temyiz yoksunu olmaktan da koruyan adâletli bir temkine sevketti.
Lise döneminde Fransız Edebiyatı hocalarımız bizlere Corneille’den, Racine’den, Victor Hugo’dan, Edmond Rostand’dan, ve Molière’den yirmiye kadar trajedi ve komedinin tam metinlerini okutup ayrıntılı bir biçimde tahlil ve tetkik ettirdilerdi. Bu eserlerdeki kahramanların hâlet-i rûhiyelerini tahlil etmek, bizler için, hem hayat tecrübemizi, hem görgümüzü ve hem de kültürümüzü olağanüstü arttıran, bizlere bir metni kritik ederek okumak lezzetini aşılayan muhteşem bir deneyim olduydu. Galatasaray’daki eğitimin kalitesi işte burada da kendisini gösteriyordu. Fransız hocalar bizleri hem kendileriyle hem de birbirimizle aktif bir tartışma içine çekebilmeyi, böylelikle de rahat konuşabilmemizi ve fikirlerimizi cesâretle savunmayı geliştirmemizi bu ustaca stratejileri sâyesinde sağlamaktaydılar.
Galatasaray Lisesi’nin şimdiki dönemi için bir şey söylemem mümkün değil. Fakat bizlerin zamanında Galatasaray Lisesi öğrencilerinin, şu ya da bu meslekte değil, “hayatta başarılı olmak” amacına yönelik, geniş bir kültür yelpâzesine sâhip olacak şekilde yetiştirilmekte olduklarını söyleyebilirim. Hocalarımızın, bizim bir meslekte başarılı olma hırsımızı bilinçsizce kamçılamak yerine, sağlıklı düşünüp isâbetli kararlar verme hasletlerimizi geliştirmeyi ön plâna alan bir eğitim stratejisi uygulamış olduklarını ancak şimdi idrâk edebiliyorum. Bunun içindir ki o zamanların Galatasaray Lisesi mezunları hayatta hangi işe el atmışlarsa muhakkak başarılı olmuşlardır. Bunun, genellikle, bugünkü kuşaklar için de geçerli olduğuna şâhidim.
Galatasaray Lisesi’nde aldığımız eğitimin şahsiyetlerimizi nasıl şekillendirmiş olduğunu ancak mezun olduktan çok sonra ve hayatın gerçekleri karşısında kendi davranışımı otokritik bir incelemeye tâbî tutarak teşhis ve tesbit edebildim. Galatasaray Lisesi’nden almış olduğum eğitimin bana:
- Kendimi acımasız bir şekilde tenkit etmeyi,
- Okuduklarımı ve duyduklarımı ancak sıkı bir tenkid süzgecinden geçirip elenmesi gerekli olanları eledikten sonra özümlemeyi, ve dolayısıyla da önyargılı olmamayı,
- Hiç bir topluluğun, hiç bir ideolojinin kurukuruya taklitçisi olmamayı, bilâkis bunları sıkı bir kritikten geçirerek gerçek yüzlerini ve izafî değerlerini teşhis ve tesbit etmeyi,
- Kendime güvenmeyi,
- Kütlelere sıkılmadan hitap etmeyi,
- Konuşurken kelimelerin nüanslarını iyi seçmeyi,
- Gerek Türkçe’de gerekse Fransızca’da geniş bir kelime hazînesine dayanarak konuşmayı,
- Herkese sabır ve müsâmaha ile yaklaşıp dinlemeyi,
- Konuştuğum kimselerin anlayış seviyelerine göre hitap etmeyi,
- Mücadele etmek gerekiyorsa hiç korkmadan hak bildiğimi sonuna kadar savunmayı,
- En büyük faziletin gerçeğe ulaşmaya çalışmak olduğunu,
- Hatalı olduğumu anladığımda da, bunu bir izzet-i nefis meselesi yapmadan, hatalarımdan derhal geri dönmeyi,
- Her zaman temkin ve teenni ile hareket etmeyi, ve bilhassa
- İnsanlara karşı adil ve muhsin olmayı
telkin etmiş olduğunu ancak 40 yaşımdan sonra berrak bir biçimde idrâk ettim.
Hayatım boyunca bu konularda ne kadar başarılı olmuş olduğuma hükmetmem bugün bile zordur. Ama, en azından, kesinlikle söyleyebileceğim bir şey varsa o da bu eğitimin bu hususları gerçekleştirmek yönündeki irademi iyice bilemiş, sebat ve metanetimi arttırmış, pek çok konuda ve durumda da beni başarılı kılmış olduğudur. Bazı sınıf arkadaşlarımla konuyu müzakere ettiğimde onlar da kendileri için aynı kanaate vardılardı.
Galatasaray Lisesi’nin en büyük hasleti, sanırım, bu okulda:
1) tek düze olmayan,
2) tek boyutlu olmayan,
3) “aynı kalıptan çıkmış” (klonlanmış) hissi vermeyen,
4) vicdânına asla ipotek koydurmayan,
5) kendisini kimsenin körükörüne yardakçısı ve şakşakçısı durumuna düşürmeyen (dolayısıyla doğal olarak reaksiyoner),
6) düşüncesinde hür,
7) farklı kültürleri anlamak ve değerlendirmek irâdesiyle donatılmış,
8) analiz ve sentez yeteneği olan,
9) yüksek bir adâlet idrâkine sâhip,
10) şahsiyet sahibi gençlerin bolca yetişebilmesidir.
İşte bazı çevrelerin Galatasaray Lisesi mezunlarının bir bölümünü, bir çeşit snobluk izâfe ederek, hased ve kıskançlıklarının odağı kılmalarının başlıca sebebi herhâlde lisenin bu özelliğine karşı duydukları reaksiyon olsa gerekir.
Galatasaray Lisesi, altında tek bir kalıp bulunan bir büyük pres değildir. Bu liseden cemiyetin her kesiminde hizmet eden, değişik (hattâ çoğu kere de farklı) eğilim ve düşüncelere sâhip pek çok mümtaz şahsiyet yetişmiştir. Çok eskilere gitmeksizin, bu farklılığa şu kişileri örnek gösterebiliriz:
Dünya görüşü açısından: Sakallı Celâl, Prof.Dr. Mehmet Ali Aybar, Prof.Dr. Bülent Tanör, Dr. Mehmet Ali Kılıçbay da bu okulun mahsûlüdür; Kenan Rufâî, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ziyad Ebüzziyâ, Mehmet Şevket Eygi, Erol Özbilgen, Nezih Uzel, Prof.Dr. Niyâzi Öktem de bu okulun mahsûlüdür.
Müzik açısından: Barış Manço, Timur Selçuk, Candan Erçetin de bu okulun mahsûlüdür; Refik Fersan, Muhlis Sabahattin Ezgi, Ekrem ve Cemâl Reşit Rey kardeşler, Ulvi Cemal Erkin, İlhan Usmanbaş, Yalçın Tura da bu okulun mahsûlüdür.
Edebiyat açısından: Nâzım Hikmet Ran, Bilge Karasu, Nedim Gürsel, Selim İleri de bu okulun mahsûlüdür; Tevfik Fikret, Ahmet Hâşim, Abdülhak Şinâsi Hisar, Refik Hâlit Karay, Hâlit Fahri Ozansoy, Ercümend Ekrem Talû, Âsaf Hâlet Çelebi, Câhit Sıtkı Tarancı, Haldun Taner, Yiğit Okur da bu okulun mahsûlüdür.
Devlet adamlığı açısından: Hasan Esat Işık (eski Dışişleri Bakanı), Coşkun Kırca (eski Büyükelçi), Prof. Dr. Mümtaz Soysal (eski Dışişleri Bakanı) , Fikri Sağlar da (eski Kültür Bakanı), bu okulun mahsûlüdür; Râşid Erer (Osmanlı İmparoturluğu eski İâşe ve Maarif Nâzırı), Fatin Rüştü Zorlu (eski Dışişleri Bakanı), Suat Hayri Ürgüplü (eski Başbakan), Prof. Dr. Nihat Erim (eski Başbakan), Prof. Dr. Turhan Güneş (eski Dışişleri Bakanı), İlter Türkmen (eski Dışişleri Bakanı), Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu (eski Başbakan) ve Necmettin Cevherî de (eski Bakan) bu okulun mahsûlüdür.
Temâşâ sanatları açısından: İsmet Ay, Korhan Abay, Aydemir Akbaş, Ferhan Şensoy, Erol Günaydın da bu okulun mahsûlüdür; Burhanettin Tepsi, Reşit Baran, Necdet Mahfi Ayral, Ömer Lütfi Akad, Ergun Köknar, Genco Erkal, Şevket Altuğ da bu okulun mahsûlüdür.
Gazetecilik açısından: Vedat Nedim Tör, Vâlâ Nureddin, Nâdir Nâdi Abalıoğlu, Çetin Altan, Orhan Koloğlu, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Fâtih Altaylı da bu okulun mahsûlüdür; Refi Cevad Ulunay, Yunus Nâdi Abalıoğlu, Sedat Simâvî, Hakkı Târık Us, Necmeddin Sadak, Engin Ardıç da bu okulun mahsûlüdür… ve ilh…
Dileğim Galatasaray Lisesi ve onun gibi köklü eğitim kurumlarımızın, önyargıyla hareket etmeyen ve kendisini bu kurumların önünde ezik hissedecek yerde bunlarla iftihâr edebilmesini bilen devlet adamlarımızca gerektiği şekilde kollanıp muhâfaza edilmesidir.
Ana Kaynak:
SUNGU, İhsan: Belleten, Cilt:8, Sayı: 28 Sayfa: 315-347, 1. Teşrin 1943 (Cumhuriyetin 20. Yıldönümü nedeniyle Özel Sayı), TTK Basımevi, Ankara 1943