İki Fransızca şarkı nedeniyle orta yaşlı kadın erkek ilişkisi üzerine irdeleme..
Şarkılardan ilki 44 yaşındaki Kanadalı şarkıcı Lynda Lemay’e ait:
Un homme de 50 ans : 50 yaşında bir adam
50 yaşında bir adam arıyorum
Her düşü kurmuş, her düşü yitirmiş
Her şeyi istemiş
Şimdi artık ne istediğini bilen
50 yaşında bir adam arıyorum
Her borca girmiş, her borcu ödemiş
Sonra yeterince para edinmiş
Ama paradan gözleri kamaşmamış
50 yaşında bir adam arıyorum
Yaşamış
Her tütünü içmiş
Her içkiyi devirmiş
Yeteri kadar kadın tanımış
Ve
Artık başkalarını aramayan
50 yaşında bir adam arıyorum
Veremeyeceklerinin farkına varmış
Geçmişi geleceğinden fazlalaşmış
Ama ancak şimdi yaşamaya başlamış
50 yaşında bir adam arıyorum
Kendini en kötüye hazırlamış
Zamanın neleri iyileştirmeyeceğini öğrenmiş
Çok cenazeler kaldırmış
50 yaşında bir adam arıyorum
Gerçeklerle yüzleşebilen
Yalan söylememe cesaretini edinmiş
Hislerinden kaçmamayı öğrenmiş
50 yaşında bir adam arıyorum
Kendini artık ciddiye almayan
Yüzünde kırışıklıkları olan
Beni sükûnetle seven
Ve benim için elinden gelecek her şeyi iyi yapan
50 yaşında bir adam arıyorum…
Daha önce internette dolaşan ve genizden gelen müthiş buğulu bir sesi dinleyenin içine işleyen bu şarkının sözlerini dinleyince, 40 yaşlarındaki bir kadının 50 yaş civarında bir erkeği neden aradığının sebeplerini buluyor insan…
Orta yaşlı kadının doğasında ve kaderinde vardır kendisinden biraz büyük bir erkeği aramak. Ama yabancı bir kadının arayışı ile Türk kadınının arayışı aynı mıdır acep?
Lynda,
“Her borca girmiş, her borcu ödemiş
Sonra yeterince para edinmiş
Ama paradan gözleri kamaşmamış”
diyor şarkısında: yani paranın esiri olmayan bir hayat arkadaşı arıyor kendisine; çünkü şarkıcı için de paranın önemi ikincildir. Buna karşılık genelde çalışmadıklarından dolayı Türk kadınları erkeğini önce ve ne yazık ki “para babası” olarak görmektedirler. Hadi çalışmayanı anladık, peki çalışan da böyle yaparsa ne düşünürsünüz? O zaman o “tür” kadınlar için para birincil değil midir? Para için her şeyi yapabileceklerini düşünmez misiniz? Ben düşünürüm: maddi çıkarları için bu “cins” hatunlar vücutlarını da satarlar, ruhlarını da..
“Veremeyeceklerinin farkına varmış
Geçmişi geleceğinden fazlalaşmış
Ama ancak şimdi yaşamaya başlamış
50 yaşında bir adam arıyorum”
Seneler geçince insan neler yapıp, neler yapamayacağını artık anlamış oluyor. 20 yaşındaki gençlik hayallerinden uzaklaşmış, hayatta birçok kazık yemiş ve bunun sonucunda -deyim yerinde ise- olgunlaşmış oluyor insan. İşte o olgunluk ile hayatı yeniden yaşamaya başlıyorsunuz. Yani bu yazı bir andropoz veya yabancı hayranı biri tarafından kaleme alınmış bir deneme değildir… Sadece batı kadını ile doğu hatunu arasındaki düşünce farkını irdelemeye çalışan bir denemedir..
“Gerçeklerle yüzleşebilen
Yalan söylememe cesaretini edinmiş
Hislerinden kaçmamayı öğrenmiş
50 yaşında bir adam arıyorum”
Gerçekle yüzleşebilmek ve yalan söylememek çok olgun bir yapı gerektirir. Öyle ki erkek kadını aldatsa, bunu söyleyebilecek kadar cesurdur ve yalan söylememe gururunu yaşar..Peki, ya kadınlar? Daha doğrusu Doğulu kadınlar? Onlar daha çok, yeni bir paramatik bulana kadar, eskisini ile vakit geçirir, belli bir dönem ikisini de idare eder, tartarlar: Acaba hangisi daha zengin? hangisini daha rahat sövüşleyebilirim? diye… Ondan sonra acımasızca kendisini seveni bile bir anda yüzüstü bırakabilirler; sevgi? aşk? Bu hatunların sözlüğünde, bu 2 kelimenin yeri yoktur ki..
“Kendini artık ciddiye almayan
Yüzünde kırışıklıkları olan
Beni sükûnetle seven
Ve benim için elinden gelecek her şeyi iyi yapan
50 yaşında bir adam arıyorum…”
Kendisi ile dalga geçebilmek ise, olgunluğun en üst derecesidir. Yüzlerdeki kırışıklık arttıkça kendisi hakkında çok daha rahat karar verir erkekler. Halbuki kadınlar kırışıklıkları arttıkça tersine, komplekse girerler, lüzumsuz yere vücutlarını estetik doktorlarına elleterek, belki güzel, ama yapay bir görüntüye kavuşurlar. Bu olay onların dış görünüşünü değiştirir, lakin o insanın içi ve vicdanı ne durumdadır acep?
İç huzuru kaybolmuştur artık: Geceleri uyku tutmaz, birinin kollarında dinginleşmek ister, fakat yaşadıkları ve yıprandıkları seneler boyunca tanıdıkları onlarca/yirmilerce erkeğin iyi taraflarını bir kişide bulamadıkları için daldan dala atlarlar. Ama her atlayış ne yazık ki üstteki dala değil de, bir alttaki dala olmak zorundadır artık. Çünkü yaşı geçen hanımlara bakan erkekler giderek kalitelerini yitirmiş, alt tabaka insanları olmaya başlamışlardır. Tabiatıyla onlarda insandır. Fakat senelerin “olgunluğu” ve “bilgi birikimi” ile donanmış bu “cins” hatunlara giderek kültür miktarı azalan erkekler bakacaklar ve ne yazık ki daha az mutlululuk vermeye başlayacaklardır. Seneler böyle geçip gidecek ve eskilerde orta yaşlı iken, ve giderek yaşlı sınıfına giren hanımların üzerine bir gün yalnızlık kabusu çökecektir…
Gördüğünüz gibi ilk şarkımızda bir kadın gözü ile irdelenen erkek milletinin durumuna, bir erkek gözü ile yorum yapmaya çalıştım. Şimdi de isterseniz erkek gözü ile orta yaşlı bir kadının irdelenmesini deneyeyim:
Gençlik yıllarımda Georges Moustaki’nin bir şarkısına hayrandım: SARAH
Fakat bu şarkıyı ilk defa Serge Reggiani’ den dinlediğimden olsa gerek, benim için onun yorumu her zaman Moustaki’ ninkinden daha etkileyicidir.
Muhtemelen Georges Moustaki’ nin metresi olan Sarah isimli bir yosmaya yazılmıştır bu şarkı. Her dinleyişimde aynı hazzı verir bana. Ama artık kader midir nedir? başka birini de hatırlatıyor artık… Aslında bu şarkı halk arasında “Sarah” adından çok, “Yatağımdaki Kadın” olarak tanınır; bence de yakışanı budur..
Hadi gelin beraberce şarkının sözlerine bir göz atalım:
Yatağımdaki kadın epeydir 20 yaşında değil..
Günden güne göz çevresi morarmış,
Aşklarının ve senelerin etkisiyle…
Yıpranmış dudakları,
Çok sık öpülmekten ve çok kötü vermekten…
Gözündeki farla bile daha soluk,
Ayın karanlık yüzünden teni…
Yatağımdaki kadın epeydir 20 yaşında değil..
Çekiciliği yok artık, fazla aşklardan sarkmış göğüslerinin…
Bezmiş vücudu,
Çok sık
ve çok kötü sevilmekten..
Kaçmaya çalıştığı anılarının yükünü taşıyor sanki
Kamburlaşmış sırtı….
Yatağımdaki kadın epeydir 20 yaşında değil..
Gülmeyin
Dokunmayın O’na..
Saklayın alaycı gülüşünüzü,
Tutun göz yaşlarınızı,
Gece birleştirince bizi,
Ellerini sunar ellerime,
Ve..
Dinginleştirir, rahatlatır beni,
Yaralar ile kaplı kalbinin göz yaşları…
Şu anda neler hissediyorsunuz çok merak ediyorum. Duygularınızı buradan bilmeme imkan yok, ama en azından ben hissettiklerimi sizlerle paylaşmak isterim:
“Yatağımdaki kadın epeydir 20 yaşında değil..
Günden güne göz çevresi morarmış,
Aşklarının ve senelerin etkisiyle…
Yıpranmış dudakları,
Çok sık öpülmekten ve çok kötü vermekten…
Gözündeki farla bile daha soluk,
Ayın karanlık yüzünden teni…”
Olgun bir erkek için 20 yaşında çıtır kız sevmek(?) bir andropoz belirtisi olabilir. Ama genelde yatağımızdaki kadın 20 yaşın en az 2 katıdır. Seneler onu yıpratmış, hayatına giren erkeklerle öpüşmesi, yıpranmasına ivme kazandırmış, tabiatıyla ne kadar çok erkek tanımış ise o kadar fazla eskimiştir… Fransızca’da “Baiser” hem öpüşmek, hem de cinsel ilişkide bulunmak demektir, yani Moustaki burada bir kelime oyunu yapmış, yatağındaki kadının öpüşmekten, ama daha doğrusu cinsel ilişkide bulunmaktan her iki ağzının da yıprandığını belirtmektedir. Doğaldır çok sık ve kötü veren birinin vücudunun bu hale düşmesi..
“Yatağımdaki kadın epeydir 20 yaşında değil..
Çekiciliği yok artık,
Fazla aşklardan sarkmış göğüslerinin…
Bezmiş vücudu,
Çok sık ve çok kötü sevilmekten..
Kaçmaya çalıştığı anılarının yükünü taşıyor sanki
Kamburlaşmış sırtı…. “
Seneler geçmiş, yaşadığı ilişkiler, sevişmeler göğüslerini de sarkıtmıştır. O fark etmez ama, cazibe deyimi giderek ondan uzaklaşmıştır..
“Çok sık ve kötü sevilmekten bezmiş/yorulmuş vücudu” : bunu yorumlamaya bile gerek yok. Ama
“Kamburlaşmış sırtı, kaçmaya çalıştığı anılarının yükünü taşıyor sanki..” dizesi bana tam da eski sevgilimi hatırlatıyor: Onun da kamburu vardı, demek ki unutmaya çalıştığı anıları onu da ezmiş, kamburunu çıkartmaya başlamıştı… Ne diyelim kader…
“Yatağımdaki kadın epeydir 20 yaşında değil..
Gülmeyin
Dokunmayın O’na..
Saklayın alaycı gülüşünüzü,
Tutun göz yaşlarınızı,
Gece birleştirince bizi,
Ellerini sunar ellerime,
Ve..
Dinginleştirir, rahatlatır beni,
Yaralar ile kaplı kalbinin göz yaşları…”
Kadının tüm yıpranmışlığına rağmen, erkek onu sevmektedir ve başkalarının onunla alay etmesine izin vermemektedir: kadının anlayamayacağını, o nedenle en ufak bir menfaatte başka kollara koşacağını düşünürsek, ne ulvi bir düşüncedir bu!
Hatunun tüm kirli geçmişine rağmen, onun kırılmasını istememekte, başkalarının gözünde küçük düşmesi adama ağır gelmektedir. İki şarkıdaki erkek de aynı insandır aslında, yani yıpranmış yosmanın daha fazla üzülmesini istememektedir. Gerçeği kadına söyleyemez, ancak dinleyenleri ile paylaşır. Buna karşılık yosma, kendini pırlanta gibi pahalı bir meta zanneder; halbuki, para karşılığı elden ele geçen basit, değersiz bir maldır o…
Bu dizelerde şair sevdiği yosma hakkında ne kadar asil yazıyor.. Buna karşılık aynı tür bir kadından canı yanmış bir Türk şairi içindeki burukluğu ve yıkılmışlığı aşağıdaki dizelerde ne kadar ağır bir dille -haklı olarak- kağıda dökmüş:
Üçüncü Sınıf Kadına Yazılmış Üçüncü Sınıf Şiir
Sorsan ne mutsuzsundur, içinde epey yaralı
Söyle kaç ay geçti aşkla adımı analı
Görenler der maşallah, pek bir hanım hanımcık
Bilmezler için çok yalancıdır, belli etmezsin kancık..
Bulmak lazım dersin hemen birilerini
Köşede sinmiş bekler, üç beş azgın zibidi
Seç birini hemen, eksik kalma diğerlerinden
Ne farkın kaldı parayla aşk dağıtan fahişelerden..
Tak koluna haydi, boy göster sokaklarda
Pastane artık paklamaz, görmeli seni diskolarda
Arada ağla, yalandan göster tüm hünerini
Belli etmeden oyna, anlamasın iğrençliğini..
Çabuk benzersin ona da, işin girmek kalıba
Dindarla hu çekersin, dinsizle söv Allah’ a
Ne mümkün bulmak, kalmamış sende şahsiyet
Bırakıp gidene kaltak denir, hiç aranır mı haysiyet..
Kağan Bahadır
03 Temmuz 2010
Dr. Ahmet GİRGİN
Ağustos 2010
Not:
- İkinci şarkının sözlerini yıldırım hızı ile bana ileten Ahmet Okar arkadaşıma içten teşekkürü bir borç bilirim.
- Aşağıda her iki şarkının Fransızca sözlerini bulacaksınız. İlki İnternetten alıntıdır, ikincisini naçiz (naçizane değil!)) bendeniz tercüme etmiştir. Sonra da Düş hekimi -pardon- Diş Hekimi Doğan Kontacı tarafından lirikleştirilmiştir. Yine de yanlışım varsa, düzeltmeniz beni sevindirir…)
***********************
Lynda Lemay: Un homme de 50 ans
Je cherche un homme de 50 ans, qu’a tout rêvé, qu’a tout perdu,
Qui s’en est juste assez voulu, pour savoir que qu’il veut vraiment,
Je cherche un homme de 50 ans, qu’a déjà juste assez d’argent,
Mais que l’argent n’éblouit plus.
Je cherche un homme de 50 ans, qui a déjà plu, déjà déçu,
Et qui a fait juste assez d’enfants, pour être juste assez ému,
Je cherche un homme qui a survécu, qui a déjà tout fumé tout bu,
Qui a tout connu des femmes nues, un homme qui ne cherche plus.
Je cherche un homme de 50 ans, qui sait ce qu’il n’a pas à offrir,
Qui a plus de passé que d’avenir, mais qui enfin prend tout son temps,
Je cherche un homme de 50 ans, qui est déjà préparé au pire,
Qui sait c’que l’temps peut pas guérir, qu’a déjà vu trop d’enterrements.
Je cherche un homme de 50 ans, qu’la vérité ne fait plus fuir,
Qu’a le courage de n’pas mentir, sur ses foutus de sentiments,
Oh oui un homme de 50 ans, qui ne se prend plus au sérieux,
Mais qui m’aim’rait silencieusement, et qui le ferait de son mieux.
Je cherche un homme pas trop solide, parce que personne ne l’est vraiment,
Un qui aurait juste assez de rides, et presque plus d’secrets,
Je cherche un homme comme y’en a plein, mais j’les croise jamais,
Un qui ressemble à mon chagrin, et qui peut-être m’attendrait,
Un homme de 50 balais, peut-être plus, peut-être moins,
Bien entendu un pas parfait, mais enfin un qui s’rait le mien,
Peut-être pas pour toute la vie, mais pour quelques moments de vrais,
Qu’au moins j’aurais moins le mur détruit, chaque fois que je m’en souviendrais.
Georges Moustaki – Sarah (Serge Reggiani’ nin yorumuyla)
La femme qui est dans mon lit
N’a plus vingt ans depuis longtemps.
Les yeux cernés
Par les années,
Par les amours
Au jour le jour,
La bouche usée
Par les baisers,
Trop souvent mais
Trop mal donnés,
Le teint blafard
Malgré le fard,
Plus pâle qu’une
Tache de lune.
La femme qui est dans mon lit
N’a plus vingt ans depuis longtemps.
Les seins trop lourds
De trop d’amours
Ne portent pas
Le nom d’appâts,
Le corps lassé
Trop caressé,
Trop souvent mais
Trop mal aimé.
Le dos voûté
Semble porter
Les souvenirs
Qu’elle a dû fuir.
La femme qui est dans mon lit
N’a plus vingt ans depuis longtemps.
Ne riez pas.
N’y touchez pas.
Gardez vos larmes
Et vos sarcasmes.
Lorsque la nuit
Nous réunit,
Son corps, ses mains
S’offrent aux miens
Et c’est son coeur
Couvert de pleurs
Et de blessures
Qui me rassure.