ASKLEPİON
ASKLEPİONLAR
Tarihin ilk çağlarında tıbbi tedavi, harici incinmeler ve yaralarla sınırlıydı. Savaş meydanlarında vücuda saplanan silahlar çıkarılır, kanama bandajlarla durdurulmaya çalışılırken, yaralar yıkanarak kalıntılardan temizlenmesi sağlanırdı. İlaç kullanımına özellikle yerel kullanımlarda önem verilirdi. İlaçları genellikle toz haline getirdikten sonra pudra şeklinde serpme tercih edilirdi. Kabaca bütün ilaçlar için kullanılan isim ‘Phormaka’ idi ve sihir, zehir ve tedavi için kullanılan diğer maddeleri kapsıyordu.
Yunan tarihinin ilk yıllarında tanrıların ve hekimlerin hastalığın tedavisini birlikte yaptığına inanılırdı. Zamanla sağlık tanrıları özel tapınaklarda kutsanmaya başlandı. Bu tapınaklar en ünlü yarı tanrı Asklepios’a adandı. “Doktor tanrı” ve “doktorluk tanrısı” olan Asklepios’un adına kurulan sağlık tapınakları olan “Asklepionlar” Antik Batı Anadolu ve Yunan tıbbının en önemli yapılarıdır.
Asklepionları günümüz sanatoryumları olarak düşünebiliriz. Bu nedenle kentlerin dışında, akarsu kenarında veya su kaynağı bulunan, temiz havası olan yerlerde kurulmuşlardır.
Önceleri yalnızca çeşme, kaynak, tapınak ve sunak bulunan Asklepionların içine daha sonra kütüphane ve anıtsal sağlık yapıları eklenmeye başlanmıştır.
Anadolu’nun batısında, Ege adalarında ve Yunanistan’da 300’den çok Asklepion bulunduğu tahmin ediliyor. (Wikipedia’da ilk Asklepion’ un Ege ve Akdeniz’ in birleştiği yerde Knidos’ ta kurulduğu yazıyor; ama bunu doğrulayan başka bir belgeye rastlamadım.) Bugün ise bilinen en ünlüleri:
- Epidauros
- İstanköy (Kos)
- Bergama
- Knidos Asklepionlarıdır
O zamanlar Asklepion kurabilmek için Epidauros’ taki ana Asklepion’ dan izin almak gerekliydi. Neden Epidauros?
Çünkü efsaneye göre Asklepion Epidauros’ da doğmuştu. (Homer’in İliyada Destanında ise Asklepios’tan, Teselya Bölgesinde Trikka’ da doğmuş bir kral olarak bahsedilir.) Bu nedenle açılacak diğer tedavi merkezleri Epidauros’ tan izin almaları gerekiyordu.
Rahip olmayan doktorların tedavisi işe yaramayınca insanlar yardım için Asklepios tapınaklarından medet umarlardı. Ancak şurası kesindir ki antik dönem boyunca tıbbi, büyüsel ve dini tıp yan yana bulunmuştur.
Rahipler, tanrının soyundan sayılmışlar ve ellerindeki bilgiyi kendilerinden sonra gelenlere babadan oğula aktarmışlardır. Yaklaşık M.Ö. 770 yıllarında, tıp tanrısına adanan ilk Aesculapius tapınakları inşa edilmiştir. Dönemin yazarları, tapınakların bulunduğu 300’ün üzerinde yerleşkeden söz ederler. Bu tapınaklar, genellikle ormanlara, su kaynaklarına, madensel özelliklere ve harika manzaralara sahip topraklar üzerine yapılmıştı. (Son yıllarda yapılan kazılarla, Anadolu’da ve Trakya’da antik çağdan kalan yeni sağlık merkezleri de olduğu ortaya çıkarıldı. Bunlardan en önemlileri: Bergama’nın 18 km kuzeydoğusunda bulunan, daha çok kaplıca olarak kullanılan Allianoi ve antik adı Heraion Teichos olan Tekirdağ’a 15 km uzaklıkta Karaevlialtı’nda bulunan sağlık merkezleridir. Truva bölgesinde yaşamış ünlü bir mimar olan Vitruvius da antik adı Tralles olan Aydın ilinde bir Asklepios tapınağı olduğundan söz eder.)
Zaman ilerledikçe, rahipler dinsel tedavi yöntemlerinden gittikçe uzaklaşmaya başladılar. Zaten rahip olmayanların uyguladıkları tedavi yöntemleri en eski devirlerden beri tapınak sistemiyle beraber uygulanıyordu. M.Ö 6. YY. dan itibaren tıp profesyonel bir kimlik kazandı. Yeni eğitim görmüş öğrenciler, çalışma ehliyeti alabilmek için konseye başvururlardı. Pratisyenler para karşılığında hasta kabul edebilir ve muayenehane açabilirlerdi
Başlarda bu tedavi merkezlerinde hastaların yalnız fiziksel rahatsızlıkları ile ilgileniliyordu; seneler, hatta asırlar sonra ruhsal etkinin değeri anlaşılmaya başlandı ve hastaların ruh ile fizik tedavileri beraber işlenir oldu. Hatta değişik tedavi yöntemleri de geliştirilerek, cilt ve romatizma hastalıklarının tedavisi için psikoterapinin yanı sıra hidroterapiye de başvurulmuştur.
Asklepios tapınakları Hıristiyan çağına kadar yüzlerce yıl yaşadılar. Genel yaklaşımlar (uyku, rüya, tütsü) yaşamaya devam etti, ama önem verilen şeyler zamanla değişti. M.S. 2. YY. da Asklepios hala fikir sorulan varlıktı, ama tedaviler daha çok bitkiseldi. 4. YY. da hala bitkisel tedavilerin kullanılmış olduğuna dair kanıtlar mevcuttur. Ne var ki erken Hıristiyan kilisesi dahi rasyonel ilaçların kullanılmasını tümüyle yasaklamış ve temelde sadece İsa’nın iyileştirici gücüne önem vermiştir
******************
Epidauros ve Kos Adası’ ndakinden sonra en önemli üçüncü Asklepion bizim Bergama’ dakidir. Bu yazımda Kos ve Pergama’ dakilerden bahsedeceğim.
Asklepion’ ların esas vazifesi, hastaları tedavi etmek ve hatta onları ölümsüz yaşatmaktı. Bu nedenle, örneğin Bergama Asklepionu’nun giriş kapısında Asklepios’ un asasından alınmış bir yazı göze çarpardı:
«Tüm tanrıların ululuğu adına, bu mukaddes yere ölümün girmesi yasaktır.»
Uzak yerlerden bile gelseler, ağır hastalar büyük kapıda (Virankapı) muayene edilir, tedavisi mümkün değilse içeri alınmazdı. Pausanias, bundan şikâyet ederek der ki :
“Son günlerini yaşayan zavallı insanlar, ya içeri alınmaz veya içerde ise hemen dışarı çıkarılırdı. Mukaddes yerde ölmesine izin verilmezdi.”
Sadece ağır hastalar mı içeri alınmazdı? Hayır!
Doğum yapacak kadınlar da tapınağa giremezdi; çünkü doğum esnasında anne ölebilirdi. Ve ölüm burada yasak olduğuna göre, hamileler hiçbir şekilde içeri alınmazdı.
Hastalar, Tanrı için kurban keserlerdi. Dana, koç ve horoz kesemeyen yoksullar topraktan, mumdan yapılmış hayvanları adak veriyorlardı. Adakların sağ budu Başrahip/Hekime verilir, kalanı mukaddes yemek masasına bırakılırdı.
Kellik, bağırsak kurtları, körlük ve yılan ısırığı gibi hastalıkların bu tapınaklarda iyileştiğine inanılmaktaydı: iyileşme gerçekleştikten sonra tanrılara teşekkür etmek için pek çok hediye sunulmuştur.
Asklepion’a gelen hastalardan, hastalıklarına ve durumlarına göre para alınırdı. Yalnız Bergama Köylüleri parasız bakılırdı. Bunun için de özel bir vergi alınırdı.
Asklepion’a giren hastalar için ilk iş temizlikti. Mukaddes sulardan içmek ve bu sularda yıkanmak Asklepion ziyaretçileri için ilk ve en kutsal görevdi. Ayrıca, Asklepios’un sıcak su kaynakları üzerindeki himayesi nedeniyle, sıcak su ve çamur banyosu yaparak veya kuma gömülerek şifa aranırdı..
Hidroterapi dışında, müzik de hastaları rahatlatması açısından önemliydi. Müzik, törenlerde ve tiyatroda kullanılmıştır. Ayrıca amfi tiyatrolarda, trajedi ve komedi oynanırdı. Aktörler maske kullanırlar ve çeşitli taklitlerle halkı eğlendirirlerdi. Bu psikolojik rahatlama çalışmaları ilk tapınak kuruluşlarında pek kullanılmamıştır. Hatta Hipokrat bile yalnız fiziki yaralarla ilgilenmiş, psikolojiyi önemsememiştir. Daha sonraki yüzyıllarda hasta, beden ve ruh sağlığıyla birlikte ele alınmaya başlanmıştır. Ama başından beri var olan ve psikiyatriyi ilgilendiren konu, odalarda telkin ve uyku sırasında tanrı Asklepios’ un hasta ile iletişimi(?) idi.
Bunun en güzel örneğini Bergama Asklepionu’ nda görmekteyiz:
- Bergama’ da, Asklepios’ un oğlu Telesforos’ a adanmış yuvarlak bir mabet vardır. Kutsal kaynakta yıkanan, banyo yapan ve böylece temizlenmiş hastalara Telesfor mabedine giden uzun bir koridorda yürürlerken, tavandaki deliklerden rahip/hekimler seslenir, Asklepios’ un buyruklarını iletir, ama en önemlisi telkin yoluyla hastaları rahatlatırlardı. Örneğin, doktorlar hastalarına yerin altından bir yılan gibi geçerken tıpkı yılanın deri değiştirmesi gibi, hastalıklarını geride bırakacaklarını ve yenileneceklerini söylüyorlarmış. Tünel üzerinde delikler 12 adettir. Bu sayıyı kutsal olan 12 tanrı ile bağdaştırılması, işin sadece dinsel (Olimpos’un 12 tanrısının sembolize edilmesi) yanıdır.
- Koridorun ucundaki Telesfor Mabedine gelen hastalar burada geceyi geçirirlerdi; hastalara afyon türü ilaç ve/veya tütsüler uygulanarak kendilerinden geçmeleri sağlanırdı. Hastalar uyur uyumaz rahipler, hastaların yaralarını emen kutsal yılanlarla yataklar arasında dolaşırlar ve uyuyan hastalara bazı sözler söylerlerdi. Uyandıklarında her hastanın rüyasında ne gördüğünü anlatması gerekirdi: rahip rüyayı yorumlar ve uygun tedaviyi anlatırdı. İyileştirme kimi zaman gerçekleşir, kimi zaman da gerçekleşmezdi. Bu durumda rahipler hastanın ya kendisine söylenenleri yerine getirmediğini, ya da tedaviye inancı olmadığını söylerlerdi.
Kos ekolü ise, İstanköy adasında bulunan Asklepeion tapınağında yerleşmiş bir tıp anlayışıdır. Aynı zamanda bir okul görevi de gören bu tapınak, MÖ 6. yüzyılda Kos adasında gelişmeye başlamış ve tıp yaklaşımı Hipokrates ekolünden kitaplarla günümüze kadar gelmiştir. Kos okulunun özgün tıp anlayışı ise, hastanın ilerleyişinin izlenmesidir. En önemli rakibi ise, MÖ 7. yüzyılda Anadolu’nun Batı ucundaki Knidos ekolüdür. Knidos, kuruluşundan itibaren doktor yetiştiren bir okul olmuştur. Buradaki tıp okulunda öncelik, hastalıkların teşhisi olmuş ve hastalıklarla ilgili karmaşık denilebilecek bir sınıflandırma sistemi geliştirmişlerdir. Knidos’taki doktorlar, hastalık belirtileri üzerinden klinik teşhise gittiklerinden, her belirti bir hastalık olarak tanımlanıyordu. Kos okulunda ise, hastalık semptomlarından değil, hastanın kendisinden yola çıkılarak teşhis konuyordu.
Bu derlememin başında belirttiğim gibi, yazımın ana teması Kos ve Bergama’ dır. Kos’ta Hipokrat, Bergama’ da ise Galen yetişmiş ve çalışmışlardır. Hipokrat ile Galen karşılaştırmasına yine yer kalmadı. Artık gelecek yazıma..
Kalın sağlıcakla..
Dr. Ahmet Girgin
Ağustos 2014
KAYNAKLAR:
- Erhat, Azra: Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İstanbul 1978.
- Vlachouli, Paraskevi: L’Asclepion de Cos, Davari Edition,
- Hatzivassiliou, Vassilis: Le sanctuaire de Cos, Cos, 2004
- Osman Bayatlı: Bergama Tarihinde Asklepion, Bergama Belediyesi Kültür Yayınları, 1993.
- Eriş, Eyüp: Bergama Uygarlık Tarihi, Bergama Belediyesi Kültür Yayınları, İzmir, 1979.
- Karaöz Arıhan, Seda: Antik dönemde tıp ve bitkisel tedavi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2003