Bali Tapınaklar Diyarı
Bali: Tapınaklar Diyarı
Oftalmoloji Kongresine bir gün daha olduğu için adayı gezmeye karar verdim. Şoförlü bir araba kiraladım ve Bali’ yi tanımak için yemyeşil tabiatın içine daldım. Şoförüm Kadek çok nazik bir delikanlıydı. 22 yaşında ama profesyonel. Ben tapınakları gezmek istiyorum, o ise tatlı tatlı beni alışveriş için dükkânlara sokmaya zorluyor. Allah’ tan yalnızdım “Hanım aldığım hiçbir şeyi beğenmiyor. İnşallah gelecek sefere” deyip atlattım.
Binlerce tapınak diyarı:
Ailelerin ortalama 4 çocukları var (sayın başbakanımız eğer bizdeki çocuk sayısını beğenmezse, Endonezya’ya yerleşip orayı idare edebilir). Her Hindu evinin hem yanında bir tapınağı, hem de evin içinde bir sunağı olması gerektiğinden resimlerde ev ve insandan çok tapınak göreceksiniz şaşırmayın.
Hindularda binlerce tanrı var. Mesela yağmur tanrısı tek bir tane değil:
- Sepeleyen yağmurun tanrısı ayrı,
- Arada bir duran, sonra devam eden yağmurun tanrısı ayrı
- Şakır şakır yağan yağmurun tanrısı ayrı,
- Fırtınayla yağan yağmurun tanrısı ayrı… vs..
Zaten tapındıkları tanrıların tümünün isimlerini kendileri de bilmiyorlar.
Tanrılara saygı açısından tapınaklara giren erkekler de bellerine sarong (Sarungan) isimli peştamal türü bir kumaş sarmak zorundalar. İlk tapınakta (Buseh Batuan Cunung) bu böyle oldu.
Buseh Batuan Cunung
İkincisinde (Karoi) iş biraz daha savsadı. Sarong yerine genişçe bir kumaş kemer aynı işi gördü nedense..
Karoi
İkinci tapınak bizim Sümela manastırını hatırlattı bana. Bir tek farkla ki Sümela’ya içiniz merakla dolu tırmanıyorsunuz, gezdikten sonra iniyorsunuz. Burada önce indik, Kapadokya veya Ürdün’deki kayalar içine yontulmuş mabetlere benzer Karoi tapınağını gördük, fikren ve zihnen tatmin olduktan sonra dönüş yolu, tırmanış çok daha zor geldi bana.. Çünkü mabet bir vadinin içinde kurulmuştu. İniş kolaydı da, çıkışı bir bana sorun…))
Üçüncüsünde (Tanah Lot) hiçbir şey giyinmemizi istemediler; ama pirinçle kutsadıktan sonra içeri aldılar. Tüm bunları yaparken rahiplerin düşüncesi tamamen duygusaldı yani parasal…
Tanah Lot ( Son resim kutsanma ve para ödeme sırası..))
Öğle yemeğini sönmüş bir yanardağın manzarasını seyrederek yedim. Kadek’in söylediğine göre hala aktif olan yanardağlar varmış Endonezya’da. Yemekte üç şey dikkatimi çekti:
- Açık büfenin üzerindeki “Helal Food”: Bali’ de çoğunluk Hindu olduğu için diğer adalardan ve ülkelerden gelen Müslümanlar rahat etsin diye bu notu düşmüşlerdi.
- İkinci şaşırdığım şey ise, ömrüm boyunca meyve diye yediğim muzun kızartmasını bize yemek olarak sunmaları idi..
- Üçüncüsü ise rehberlik hayatımda Efes Meryem Ana tepesindeki Lokantada en lezzetlisi yediğim çöp şişi Bali’ de görmek ve tabii tatmak (Bizimki çok daha leziz..:)
Kadek’in önerisi ile bu sefer kahve tarlalarını görmeye gittik. Bali kahvesi benim zevkime uygun, sert bir kahve. Gittiğiniz yerde birçok kahvenin tadımını yaptırdılar ve ücret almadılar. Buna karşılık, bir kahve türü önerdiler: o kahvenin ederi ise: 30.000 Rupiyah. Bu meşhur Luwak kahvesi. Özelliği nedir derseniz daha önce bazı gezi yazılarında okumuştum, “luwak” isimli bir hayvan bu kahveleri önce yutuyor, bağırsaklarından geçtikten sonra büyük abdesti ile çıkarıyor. Çıkan dışkısındaki kahveyi resimde gördüğünüz üzere kavurduktan sonra size satıyorlar sizde afiyetle(?) içiyorsunuz. Ben denemedim deneyen olursa tadını bizimle paylaşsın ..
Luwak kahvesi, kavrulması ve 1950-60 lardaki gibi sarılmış sigara içimi..)
Yemekten sonra deniz kenarındaki üçüncü tapınağa doğru yola çıktık. Aslında tapınağa giriş yokmuş, ama tamamen duygusal rahipler bizden para koparabilmek için tapınağın altındaki kutsal addedilen su ile bizi kutsadılar ve alnımıza pirinç yapıştırdılar. Ama ancak bağış yaptıktan sonra öğrendik ki zaten tapınağa giriş yokmuş. Burada Endonezyalı genç kızların Batılı (biz kendimizi batıdan sayıyor isek) erkeklere ilgisini gördüm ilk defa… Artık akşam oluyordu ve rehberimin önerisi ile Jinbaran’ da deniz ürünleri yemeğe karar verdim. Bir sahil kasabasında yüzlerce restoran düşünün: masalarını altın kumların üzerine atmışlar ve güneşin batışını seyrediyorsunuz. Ve ben de bir hovardalık yapıp, Lonely Cowboy olarak ıstakoz yedim. Hem de neyin eşliğinde Endonezya rakısı Arak eşliğinde! Arak pirinçten yapılıyor. Bizim rakımızdan biraz daha yumuşak ve hafif tatlı o nedenle votka gibi sek içilebiliyor. Ama nedense Endonezya’nın dışına çıkarılması yasakmış…( Arak hakkında daha fazla bilgi için ansiklopedi: Rakı-Arak sayfasına bakabilirsiniz) Böylece bir günü tamamladık…
Son gün Kadek ile tekrar buluştuk: Müslüman bir ülkeye gidip, cami gezmeden olur muydu hiç? Bu nedenle Müslüman Endonezya’ nın camilerini de görmeye karar verdim. İlk durağımız dinlerin kucaklaşması diye adlandırabileceğim birçok tapınağın bulunduğu bir yerdi. Burada cami, hem Katolik ve Protestan kiliseleri, Budist ve Hindu tapınakları yan yana idi. Önce İbn-i Batuta camii: bir çok doğu ülkesinde olduğu gibi burada da ayakkabınızı camiye girmeden çok önce, cami avlusunun kapısında çıkartıyorsunuz.
Avlu girişinde
İçerde Allah’ın izniyle bir namaz kıldım. Fakat asıl dikkatimi çeken şey seccade tarzındaki halıların üzerindeki mihrabın tepesindeki ay yıldız oldu. Acep halılar Türkiye’den mi gitmiştir diye düşünmeden edemedim?
Mihrabın iki yanında da Allah yazıyor, cami damında da aynı şekilde..
( bizim camilerde Allah ve Hz. Muhammed yazar)
Katolik ve Protestan Kiliseleri
Tamir halindeki Buda ve Hindu Tapınakları
Daha sonra büyük ayinlerin yapıldığı Taman Ayun Tapınağına gittim. Her Hindu tapınağında olduğu gibi burada da bir dış avlu, bir iç avlu ve kutsalların kutsalı diye adlandırabileceğimiz ve bizim içeriye giremediğimiz bölüm mevcut. Ayini haber vermek için de kilisedekilere benzer bir çan kulesi vardı, resimde gördüğüz kulenin içindekiler çan değil, uzun tahta kalaslardı.
Taman Ayun : Kapalı Kapılı Sanctum Sanctorum Girişi ve İç Avludaki Tapınaklar
Daha sonra bir göl kenarındaki Bedugul Tapınağı’ na doğru yola çıktık. Bu sefer yol kenarında serbestçe dolaşan maymunlar eşlik etti bir ara bize. Bu tapınakta göldeki ki adacık üzerine kurulmuştu. Resimlerde fark edeceğiniz üzere tapınağın kapıları kapalı idi, ama Nasrettin hoca misali girişi engelleyecek bir şey yoktu yani kapılar aslında tapınağı değil kötü ruhları koruyordu.
Göldeki Bedugul Tapınağı
Bedugul tapınağından dönerken 2 camiye daha rastladım:
Al-Falah Medresesi: İslami eğitim gören öğrencileri gördüm: ama çocuk, çocuktur.. Resim çekerken çoğu değişik pozlar verdiler..))
Al-Falah Medresesi
Al-Hidaya Camii : Su deposu benzeri minaresine dikkatinizi çekerim..)
Al-Hidaya Camii
Son olarak da Kadek beni vahşi tabiatın içindeki bir çift şelaleye götürdü. Manzara Amerikalıların Vietnam savaşını hatırlatacak kadar etkileyici idi. Patikanın dışındaki her yer uçsuz bucaksız ağaç, dal ve bitkilerle kaplanmıştı. İçeri girerken ücret ödedik, daha ileride kulübe demeye dilim varmayan -resmi de aşağıda ekledim- yerde, güya biletimiz kontrol edildi…)
Tabii o vahşi ormanın içinde bile tapınaklar olduğunu yazmama gerek yok..))
Küçük resimlerin üstüne tıklayarak büyütebilirsiniz.