Barselona
Resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.
Seneler önce Barselona’ya bir gemi yolculuğu sırasında gitmiştim. O zamanlar memleketimizde hiçbir şey yoktu ve yolcular şehri gezmek yerine El Cortes Ingles mağazasını boşaltmayı ve dahi yağmalamayı tercih etmişlerdi: buzdolapları, hatta oturma ve yatak odası takımları koridor ve merdivenleri dolduruyordu… O nedenle bu sefer göremediğim Gaudi’ nin eserlerini sindire sindire görmeyi yeğledim ve şu sonuca vardım: Gaudi’ siz Barselona vasat bir liman şehri olurmuş… Bu nedenle Gaudi’ nin eserleri için ayrı bir sayfa yapacağım. Aşağıda ise Barselona hakkında genel bilgileri bulacaksınız.
Barselona 2 milyon nüfuslu bir şehir. Liman kenti olmasının dışında hiçbir özelliği yok. Yer yer eski binalara rastlamamıza rağmen, bizim İstanbul’da 1960’larda İstanbul’ daki BTB mozaik apartmanların katliamı gibi burada da bir çok eski bina yok olmuş..
İspanyolca İngilizceden sonra, dünyada en çok konuşulan lisan. Uzak doğuda nasıl ucuz el emeğini Hintliler ve Çinliler sağlıyor ise İspanya’ da da bu işi Güney Amerikalılar yapıyor: Çoğunlukla da sevecen ve servise yatkın Perulular..
Taksilerin hepsi aynı renk: siyah ve sarı karışımından oluşmuşlar. En hoşuma giden ise, taksi yazısının yanında arabanın boş mu olduğunu, dolu ise hangi tarifeden çalıştığını gösteren harf ve rakamların dışarıdan okunabilmesi idi: böylece taksinin yazdığı tarifeyi trafik polisleri de her an gördüklerinden, sizi kazıklama ihtimalleri ortadan kalkıyor.
Her Avrupa şehri gibi, Barselona’ nın toplu ulaşımı çok rahat ve düzenli. Orada bulunduğumuz sürede tek yağmur yağan akşamında metronun her tarafını sular bastığı için çok şaşırdım…
Toplu taşıma araçları ile şehri gezmek isterseniz iki şıkkınız var:
- Ya gün başına ortalama 5 Euro’ya gelen Barselona karttan alacak ve istediğiniz kadar toplu ulaşıma binerek şehri gezeceksiniz
- Veya müzelerin bir kısmını da kapsayan 10 Euro’ luk Barselona karttan alacak ve hem toplu taşıma araçlarını kullanacak, hem de bazı müzeleri indirimli veya ücretsiz gezeceksiniz.
Ben 2. şıkkı tercih ettim ve sarışın rehberimiz Melisa ile Barselona’nın altını üstüne getirdik…
Las Ramblas
Ortalama 2 km uzunluğunda olan bu caddeden turist olarak geçmemenize imkân yok. Aslında La Rambla Katalancada “Sel” demekmiş; çünkü caddenin altından nehir akıyormuş, zaman zaman taşıyormuş, ama o kadar güzel ıslah etmişler ki dereyi, bizim geçenlerde yaşadığımız Basın Ekspres Yolu felaketini görmenize imkân yok. Buna karşılık eski su selinin yerini şimdi insan seli almış. Aşağıdaki resimlerde göreceğiniz üzere her iki yönde yüzlerce, binlerce insan dalgalar halinde gidip, geliyorlar. Las Ramblas Paris Mont Martre’ daki La Place des Tertres’ i andırıyor. Ama Tertres meydanı küçük bir alanı işgal ederken, Ramblas 2 km’ ye yayılmış ve boylu boyunca değişik komedyenlerin ve müzik topluluklarının gösterilerine şahit oluyorsunuz: dinliyorsunuz, seyrediyorsunuz, resim çektiriyorsunuz, bahşiş veriyorsunuz; sonra diğerine doğru devam ediyorsunuz.
La Rambla kuzeyde Katalanya meydanında başlıyor, sahilde Kristof Kolomb heykelinde bitiyor. Katalanya Meydanı beni seneler öncesindeki El Kortes İngles’ in memleketimin güzel insanları tarafından istilasını gördüğüm seyahatimi hatırlattı. Ana Turist Information bürosu da, Fnac mağazası burada. Biz de herkes gibi yaparak, yukarıdan aşağıya baka dolaşa Ramblas’ ı indik, yorulunca bir kahvede durduk. İspanya’da kahvede oturulur da Sangria içilmez mi? Biz sangrialarımızı yudumlarken bir rus sanatçı yaklaştı ve elindeki bir kağıt ve makasla iki dakikada, rehberimiz Melissa’ nın resmini kesiverdi. Sanki geçmiş zamanların polaroid makinesi ile çekilmiş gibi kağıttan, Melissa’ nın resmi aniden çıkıverdi.
Mont Juic’den baktığımızda, denize inerken solunda bulunan Katedral’i görmek için, küçük sokaklara daldık. Şansımıza pazar günü olduğu için özel bir yürüyüş de vardı:
Dinlendikten sonra deniz kıyısındaki Kristof Kolomb heykelini görmeye gittik. O incecik heykelin içine asansör koymuşlar. Hani bizim Galata Kulesinden çok daha ince bir heykele o asansörü yaptıklarına şaşırıyor insan. Asansörle heykelin en tepesine çıktık ve kuşbakışı şehri gördük. Aslında acentenin panoramik turu ile Mont Juic’ e çıkmıştık. Ama oradan görüntü çok etkileyici değildi. Kolomb heykelinden, daha doğrusu Guell Park’tan denize doğru şehrin görüntüsü çok daha güzeldi.
Kristof Kolomb’ u İspanyollar, Portekizliler bir türlü paylaşamıyorlar. Hatta Amerika kıtası için Osmanlılardan yardım isteyen Kolomb’ u bizim padişahlar pek adam yerine koymamışla. Yalnız ne tuhaftır, Kolomb Heykeli Amerika’yı göstereceğine doğuyu gösteriyordu. Açıklamalarda en güldüğüm şey “heykelin kaidesinin yerleştirildiği gün havanın çok sisli puslu olması” bahanesiydi; çocuklar dahi bilir o zamanlar da pusula mevcuttu.
Daha sonra tepelerden birine yer almış olan, bilim ve sanat müzesini gezmeye gittik. Buraya füniküler çalışmasına rağmen, zamanınız kısıtlı ise hiç tartışmadan taksiye binmenizi öneririm. Çünkü hem yolu karışık, hem de dik yolu çıkmak insanı bayağı yoruyor.
Müze gişesinde bizi Einstein karşıladı; hani şu “Bilimin bittiği yerde inanç başlar.” diyen inançlı bilim adamı.. En alt katta polarize ışıkları çok güzel gösteren bir bölüm vardı:
Müzenin içinde beni en çok etkileyen; sıvı, katı, gazın dışında cisimlerin dördüncü durumu olan plazma kavanozu idi. Aşağıdaki resimde göreceğiniz üzere içi vakumlu bir kavanozda elektronlar değişik yönlere giderken, insan eli gibi ısısı yüksek bir cisim yaklaştığı anda, tüm elektronlar size doğru yöneliyordu.
Resimlerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz