Doktor Anıları 1
Her meslekte olduğu gibi, doktorların arasına da ne yazık ki düzgün olmayanlar vardır. Ama onlar azınlıktadır. Diğer bir azınlık doktor gurubu ise çok para kazananlardır. Genelde doktorlar mülayim, hastasına yardımı seven ve zannedildiği gibi çok fazla para kazanmayan insanlardır. Hele devlette çalışanların büyük bir kısmının maaşı, İETT şoför maaşından daha azdır.
Burada hekimlik hayatım boyunca yaşadığım, ne yazık ki çoğu kötü, azı güzel anılarımı sizlerle paylaşacağım. Ümidim, belki bu yazı dizisi hekimlik mesleğine olan ön yargılarınızın bir kısmını değiştirir… (Doktorlar üzerine başkalarının yazdığı yazıları okumak isterseniz, lütfen linke tıklayınız).
Anı 1:
Hanım -hatırladığım kadarı ile- Bulgaristan göçmeni idi. Kendisinde olduğu gibi, annesinde de “Huzursuz Bacak Sendromu” vardı ve annesi en az 20 senedir bu hastalığı çekiyordu.
(Huzursuz Bacak Sendromu’ nu muhtemelen fazla kişi bilmiyordur. Bu hastalık uyku sırasında bacakların istemsiz atmasıdır ve ne kadar rahatsız edici bir durumdur bilir misiniz? )
Doktor doktor dolaşmışlar, fakat dertlerine derman olacak bir meslektaş bulamamışlardı. Bunun üzerine hastanemizde çalışan genç, pırıl pırıl bir nörolog hanımı tavsiye ettim kendilerine. Geldiler, muayene oldular, doktor hanım bir ilaç verdi ve 1 ay sonra ki konuşmamızda göçmen hanımın annesinin tüm şikâyetlerinin geçmiş olduğunu sevinçle öğrendim. Doktor hanım hastasını 1 ay sonra kontrole çağırmıştı, ben de kontrole gittiklerinde doktor hanıma küçük bir hediye ile teşekkür etmelerini önerdim. Lakin aldığım cevap şaşırtıcı idi:
-Doktor ne yaptı ki? Ne diye hediye alalım!
Şoke olmuştum… Senelerdir, hatta çeyrek asırdır rahat uyuyamayan yaşlı bir insanın derdine, yeni uzman bir doktor derman olmuş, annesi artık mışıl mışıl uyurken, kızının verdiği cevap karşısında –tabiri yerinde ise- apışıp kalmıştım.
Üniversiteden ayrılmış bir göçmen hanımın senelerdir okuması demek ki ona hiçbir şey vermemişti!
Hani derler ya eğitim ve öğretim ayrı iki şeydir diye; belki öğretim almıştı, ama eğitimden nasibini hiç mi hiç alamamıştı…
Biz insanlar ne kadar garibiz, menfaatimiz olduğu zaman her şeyi yapmaya hazırızdır da, işimiz bitince bize yardım eden insana sırtımı dönmeyi sanki vazife biliriz. Acaba buna egoistlik mi denir? Yoksa daha ileri bir tanımı var mıdır? 🙁
Buna karşılık bir çok meslektaşımın tedavi edemediği bu sendromu genç nörolog bir uzmanın tedavi ettiğini duyunca ben çok sevinmiştim ve daha sonra başka bir arkadaşıma da önerdim. İnternetten araştırma yapmış, hastalığın tedavisinin olmadığını üzülerek öğrenmiş, benim doktor önerime de ilk başında tereddüt ile yaklaşmıştı. Fakat aynı doktor hanıma gittikten 1 ay sonra hem bana, hem doktor hanıma içtenlik ile teşekkür etti. Çünkü en azından Galatasaray terbiyesi vardı. Ve ben bir tıp mensubu olarak yaptığımız işin değerini anlayan bir liseli kardeşimin pozitif tepkisinden çok memnun olmuştum. İyi ki günümüzde doktorların değerini bilen -az da olsa- insanlar da var….
Anı 2
Validebağ Hastanesinde çalışıyorum; yaşlı tonton bir teyze göz şikayeti ile geldi. Daha önceden meslektaşlarımızın fark etmediği göz tansiyonunu saptadım. Kontrole çağırdığımda da şikâyetleri geçmiş mutlu, nur yüzü ile bana şöyle dedi:
-Yavrum, kırılmanı istemem ama, gücüm yettiğince sana küçük bir hediye vermek istiyorum. Ama ne olur beni yanlış anlama..
Bana verdiği özenle yapılmış paketi açtım. İçinden gri tonlarında bir kravat çıktı. Sonradan görmelerin önemsediği marka gibi bir kravat değildi. Fakat o kadar latif ton ve desende idi ki yaşlı teyzenin zarafetini, İstanbul hanımefendiliğini o zaman anladım ve cevap verdim:
-Teyzeciğim çok teşekkür ederim. Keşke tüm hastalarımız sizin gibi asil ve anlayışlı olsalar, hastalara ben ücretsiz bile bakmaya razıyım. Hediyeniz o kadar zarif ki diğerlerinin arasında müstesna yerini alacağından emin olabilirsiniz.
Ve hala bu tatlı anıyı hatırlayarak nur yüzlü teyzenin kravatını zevkle takmaya devam ediyorum.
Keşke giderek ne oldum delisi ve marka meraklısı olan toplumumuz, para ve gösterişin her şeyden daha önemli olmadığını anlayabilseler…