Erteleme ve erteleyiciler üzerine..
Bu sefer yazıma giriş yapmadan girişeceğim..))
- İnsanlar vardır: “bu işi şimdi yapmayayım, yarına bırakayım.” der
- İnsanlar vardır: “bu işin birincil önceliği yok, yarın yapsam bir şey olmaz.” der
Yukarıdaki iki insan türü de işlerini ötelemekte bir sakınca görmez. Ama aralarında bir fark vardır. Birinciler işi tembelliklerinden ertelerler, ikinciler ise işi önemsemediklerinden veya daha önemli bir şey bulduklarından ötelemekte sakınca bulmazlar.. Yine de yapılacak iş geciktirildiğinden iki gurup da “erteleyiciler” içinde yer alır.
Bu tür insanları sıklıkla etrafımızda görürüz: kardeşimiz, arkadaşımız, komşumuzdur bunlar.. Bu kişilerde erteleme isteği eskiden beri var olup, bunları müzmin diye adlandırabilir miyiz? Yoksa sonradan yapılandırılmış bir erteleme midir söz konusu olan?
Tıp öğrenciliğimizin başlarında bize:
- Genotip,
- Fenotip ten bahsettiler.
Genotip’ i hemen anlamıştık: Genlerle geçen. Ailede kalıtımla geçen bir tembellik vardır ve bu bireye değişik oranlarda yansımıştır.
Peki, fenotip neydi de kavramakta zorlanmıştık? Çevre etkisi. Çevre etkisi bir insanın karakterinde bu kadar önemli bir rol oynayabilir miydi? Zamanla gördük ki, oynarmış, hem de çok etkin bir rol oynarmış… Bu sıralamaya giren insanlar, arkadaşlarından ve/veya yakınlarından işleri savsaklamayı görmüşler ve bu kişilerin etkisinde kalarak, zamanla öteleme karakterleri olmuştur. Örneğin, bir çalışma ortamına giren normal/çalışkan bir insan, etrafındakilerin işleri savsaklamalarını görünce, zamanla ve yavaş yavaş işleri sermeye başlamaz mı? Çevremde en çok memur ve yaşlı hemşirelerde bunu belirgin bir şekilde görüyorum..
Biz doktorlar birinci guruptaki insanlara “genotip + fenotip etkisi” deriz: Bazılarında genotip % 90, fenotip % 10 etkendir, bazen de tam tersi genotip %30, fenotip % 70 etkendir. Özetle tembel insanlardır.
Hâlbuki ikinci guruptaki yapılandırılmış erteleme daha değişiktir: bunlar tembel kişiler değildirler. Bir işe başlayacakları sırada fark ettikleri ve -kendilerine göre- daha önemli bir iş gördüklerinde, ilkini öteleyen insanlardır. Bu türün içindekiler, çalışkan, yapıcı ve üretken olabilirler. Ama daha önemli veya acil gördükleri konuları öne alma düşüncesindedirler. Yalnız bu seçimi yaparken, önem ve aciliyet sırasını abartır ve/veya karıştırırlar. Ayrıca tüm erteleyiciler gibi bunlar da kendilerine yalan söylemekte ustadırlar. Bu abartı ve öncelik sırasını düzenleyememe, tüm işlerin aksamasına, dolayısıyla hiçbir işin yapıl(a)mamasına neden olur!
Eğer işlerin arasında hakikaten acil bir konu var ise, erteleyicinin mantığı devreye girer ve o işe başlar. Yalnız zaman azaldıkça, bitirememe korkusuna kapılır, panikler ve sonunda yine işi istediği gibi bitirememiş olur. Çünkü bu sınıfa dâhil olanlar aslında mükemmeliyetçi karakterleri olan kişilerdir. Ama yukarıda yazılan sebeplerden dolayı hiçbir işi bitiremediklerinden, onların mükemmeliyetçi yapılarını bir türlü göremeyiz! Doğal olarak, kendileri de kendilerinin mükemmeliyetçiliklerini bilemezler!
Bazıları ise mükemmeliyetçiliklerini bilirler ve öteleme bahanelerini bunun arkasına saklarlar. Kendilerine göre iş öncelik piramidi yapmışlardır ve ötelemelerini bu piramidinin yapısına bağlama bahanesine sığınırlar. Halbuki, yukarıda belirttiğim gibi piramit tam sağlıklı düşünülerek oluşturulmamıştır ki… Ama yine de onlar bu bahanenin arkasına sığınmaya kendilerince bir mantıki neden bulurlar: mükemmellik fantezileri, başarısızlık fantezilerini makyaj gibi kapatır kendilerince..
Dolayısıyla, gerçekte işlerini bitirememiş olsalar dahi, erteleyiciler hallerinden memnundurlar. Kendilerini severler…
Sevsinler tabi..
Kendini sevmeyen insan mutlu olamaz ki..)
Böylece sonuç kısmı da olmadan yazıyı bitiriyorum..
Bazen yazarken de anarşist olmak lazım, değil mi? ))
Dr. Ahmet Girgin
Ocak 2014
“Kendinizi başkasına anlatmayın..
Sizi sevenin buna ihtiyacı yoktur.
Sevmeyen de inanmayacaktır zaten…
Onun hayatında bir seçeneksen,
Onun senin bir önceliğin olmasına izin verme….
İlişkiler en iyi dengeli olduğunda yürür…
Uyandığında iki seçeneğin var…
Tekrar uyuyup bir rüya görmek, ya da uyanıp rüyanın peşinde koşmak…
Bize değer verenleri ağlatır, vermeyenler için ağlarız…
Bizim için hiç ağlamayacaklara değer veririz…
Garip ama gerçek…
Bir kez bunu anlasak değişmek için hiçbir şey geç değil…
Mutluyken söz, üzgünsen cevap, öfkeliysen karar verme…
Zaman nehir gibidir…
Aynı suda iki kez yıkanılmaz…
An’ı yaşa, geçen su bir daha gelmez…
Hep meşgulsen, hiç müsait olamazsın…
Hep zamanının olmadığını söylersen, hiç zamanın olamaz…
Hep “yarın yapacağım” dersen, yarın hiç gelmez…”
Herakleitos