İlkokul Öğretmenim Gönül Özdil anısına
Hayatımdan Kesitler 1
Sevgili İlkokul Öğretmenim Gönül Özdil anısına.
Yıllar sonra öğretmenimiz Gönül Özdil ile okuyan arkadaşların toplanması için Sevgili arkadaşım Leon Adoni ön ayak olunca bir ilkokul öğretmeninin, öğrencisinin hayatında ne kadar önemli olacağını belirtmek için, anılarımı sizinle paylaşmak istiyorum.
İlkokulda portakal gibi sarışın, anne babamın sözünden çıkmayan inatçı bir öğrenci idim. Örnek vermem gerekir ise; annem bana yazarken sağ kolumun rahat olması için sıranın mutlaka sağında oturmamı önermişti ve bu sözü beynime o kadar kazınmıştı ki, öğretmenimiz Gönül Hanım, beni bir türlü sıranın sağından soluna geçirememişti. Çaresiz kalınca da annemden yardım istemiş, annem ilkokula gelmiş ve bana yer değiştirebileceğimi söyleyince, ikna olmuş ve sol tarafa geçmiştim.
1,2,3,4 derken 5. sınıfa geldik. O zamanlar orta veya liseye hazırlık kursları yoktu. Ama bizim ulvi düşünceli öğretmenimiz –hiçbir ücret almadan– sınıfın en çalışkanlarından dört beş kişiye evinde aylar boyu kurs verdi. Şimdilerde böyle fedakar bir öğretmen var mıdır? Bilemiyorum, etrafımdan duymadım. O zamanlar kurs kitapları da yoktu, test kitapları da yoktu, tek çalıştığım sarı saman tekstil kağıdından kapkalın kitap ile fotokopi arası bir derleme idi. Öğretmenim Gönül Hanım bizi canla başla çalıştırdı. Sınava müracaat zamanı gelince, senin kolej imtihanlarına girmeni istiyorum dedi. Ben de bu önerisini babama ilettim. Rahmetli Babam THY’de teknisyendi ve maaşı ile kıt kanaat ancak ailesini geçindirebiliyordu. Önerimi duyunca durdu, içtiği Maltepe sigarasından birkaç derin nefes aldı ve sigarasının filtresini de dişlerinin arasında ezmeye başladı: bu, babamın karar vermekte zorlandığı zaman, hıncını sigaradan çıkartmasının belirtisi idi. Birkaç sigara daha içtikten sonra bana döndü:
“Bizim seni kolejde okutacak paramız yok ne yazık ki” dedi.
Bana da bu cevabı Gönül öğretmenime iletmek düşüyordu. Söylediğim zaman İstanbul hanımefendisinin asilliği ile, şu cevabı aldım:
“Yavrum, senin kolej paranı ben ödeyeceğim.”
Şimdi işler daha da kızışmaya başlamıştı. Acaba günümüzde hem ücretsiz ders veren, hem de güvendiği talebesinin kolej öğretim ücretini üstlenene öğretmen var mıdır? Kırk senedir ben başka bir örnek göremedim. Bana gene zor görev düşmüş ve öğretmenimin cevabını babama iletmiştim. Rahmetli Babam yine, yeniden Maltepe sigarasını yaktı, filtresi ısırmaya başladı. Üzüldüğünü anlamıştım. Çünkü bir Anadolu erkeği, yavrusunu başkasından destek görerek okutmak istemezdi. Rahmetli babam o gün bana cevap vermedi. Ama ertesi gün kursa giderken, şu cevabı iletmemi söyledi:
“Oğlum ben seni öğretmenini zora sokarak okumanı istemem, ama öğretmenin senin hakkında düşünüyorsa, o zaman seni devlet parasız yatılı sınavına sokarım, kazanırsan devlet seni okutur. Kazanamazsan canın sağ olsun”
Bu öneriyi Gönül öğretmenim de benimsedi ve beni devlet parasız yatılı imtihanına kaydettirdiler. İmtihanına da yanılmıyorsam şimdiki Cağaloğlu Lisesi olan, o zamanın Cağaloğlu kız lisesinde girdim. İmtahanda bana 3 kişi eşlik etti: annem, babam ve canım öğretmenim.
İmtihan sonuçları açıklandığında, öğretmenim haklı çıkmıştı: o sene devlet parasız yatılı imtihanına Türkiye’nin dört bir yanından gelen doksan bin öğrencinin arasında Türkiye 2. olmuştum.
İmtihanda 1. gelen, İngilizce öğrenim yapan Kadıköy Maarif Kolejine, 2. gelenler Galatasaray Lisesine, 3. ler ise Almanca öğretim yapan İstanbul Erkek Lisesi’ne yerleştirilecekti.
İmtihanı kazanmıştım ama benim gözüm İstanbul Erkek Lisesi’nde idi. Neden mi?
Babamın Necmi isminde İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyan bir kuzeni vardı. Okulda basketbol takımında oynadığı için popülaritesi yüksekti. O yaz Necmi ağabey ailesi ile tatile gitmiş ve bir alman ailesi ile tanışmıştı. Alman aile de memleketlerine dönerken, ya Necmi abiyi çok sevdiklerinden veya araba ile dönerken fazlalık olmasın diye, tatilde kullandıkları çadır ile bir bisikleti Necmi abiye hediye etmişlerdi; o zamanlar bisiklet herkesin hayal edemeyeceği bir oyuncaktı. Ben de hayalimde İstanbul Erkek lisesine girmeyi, almanca öğrenmeyi, sonra bir alman ailesine rastlayıp bir bisiklet edinmeyi düşlemiştim. Çocukluk işte…
Bu düşüncemi babama açınca: “Bir sorayım” dedi ve İstanbul Erkek Lisesi’ ne gitti. Dönüşte:
“İstanbul Erkek Lisesi senin kazandığın derecenin altında olduğu için, istersen oraya kaydını yaptırabilirmişim. Fakat senin yerinde olsam, kaderinin çizgisini değiştirmezdim” dedi.
Baba nasihati aklıma yattı ve Galatasaray Lisesi’nde kaldım. İyi ki de kalmışım: Almanların düz mantığından uzak, daha sosyal düşünen Fransız kültürü ile tanışma fırsatım oldu. Ama bundan önemlisi, Galatasaray ailesinin bir ferdi oldum ve bundan çok gurur duyuyorum. Aramızda çürük elmalar yok mu? Var tabi… Ama diğer topluluklara göre, bu çürükler, çok az ve biz onları aramızda eritiyoruz zaten…
Bu arada açıklamalarımdan anlayacağınız üzere: Galatasaray Lisesi bir kolej değildir. Şimdilerde Anadolu Lisesi diye anılan grubun içinde yer alır. Anadolu’ nun her tarafından gelen zeki/akıllı çocukları bağrına basar. Tek farkı yüksek puanla girilebilen bir okuldur, keşke herkese nasip olsa.
Okulda ilk gecemde yatakhaneye çıkıp da çantamı yatağın üzerine attığım zaman şunu düşündüm:
“Ben burada hayatımın sekiz senesini geçireceğim….”
Sekiz sene geçti üzerinden de otuz küsur sene daha geçti. Okulu bitirdiğimiz zaman lisemizin değerini tam anlayamamıştık. Ama giderek insan, kendisini olgunlaştıran ve hayat görüşünü belirleyen müessesenin değerini daha çok anlıyor.
İyi ki 8 sene okumuşum, iyi ki de 8 sene yatılı okumuşum: böylece kendi ayaklarımızın üzerinde durmayı öğrendik, böylece cebimizdeki 25 kuruşu, annemizin gönderdiği elmayı kader arkadaşlarımızla paylaşmayı öğrendik. Bu son iki olay ne yazık ki, yurdum insanında çok eksik kalan konulardan en önemleri…
***********
Seneler geçti… Gönül öğretmenim emekli olmuştu, onu ziyarete gittim. Yanılmıyorsam, Erenköy’de oturuyordu ve ben ilk defa Bakırköy’den Kadıköy yakasına geçiyordum. O zamanlar Bağdat Caddesi bana ne kadar geniş ve uzun görünmüştü. Şimdilerde ise araç trafiği ile tıkanmış küçücük bir sokak gibi geliyor….
Gönül öğretmenim pankreas tümörüne yakalanmıştı ve ben Cerrahpaşa’da asistandım. Elimden gelen yardımı yapmak istedim, çünkü –Allah korusun- yakınları bu hastalığa yakalananlar bilirler: karın boşluğunda su toplanır. Vücudunuzu gerer, hem tümörün, hem de karın boşluğundaki suyun basısını hissedersiniz. Hele son dönemleri, çok ağrılı olur. O nezih öğretmen, benim yardım talebime şöyle cevap vermişti:
“ Yavrum hastanedeki meslektaşların ellerinden geleni yapıyorlar: karnımda su toplandığı zaman gidiyorum, birazcık acıyor ama, suyu boşaltıyorlar. O kadar önemli bir şey değil. Ama yine de teşekkür ederim”.
Gönül öğretmenimin cevabındaki hem vakur duruştan, hem cesaretinden, hem asaletinden etkilenmiştim. Gözlerim yaşlarla doldu, arkamı döndüm, balkondan ilerideki ağaçlara baka kaldım…
Birkaç ay sonra da Allah O’nu aramızdan aldı. Eminim mekânı cennettir.
Rahat uyu…
Ellerinden öperim öğretmenim…
Dr. Ahmet GİRGİN
2000’lerin başı
Ahmet Kunt
25 Kasım 2018 @ 14:16
Ahmetçiğim, ne mutlu sana!