Patrona Halil İsyanı Üzerine
Giriş:
Osmanlı İmparatorluğunda 1. Murat ile başlamış olan devşirme sistemi (http://girgin.org/osmanlilarda-devsirme-sistemi/ ), 1683 yılında kaldırıldı. Bu devirden sonra, İstanbul’a köylerden gelen ve ayak işlerini yapan kitle yeniçeri olarak yazılmaya başladı. Bu güruhun tek amacı, yeniçeri imtiyazlarından yararlanmaktan ibaretti. Çünkü, Yeniçeriler yüksek bir maaş alırlardı ve vergiden muaftılar; ticaret yasağı kalktıktan sonra da ticaret adamına dönüştüler: kayıkçılık, satılık, tellaklık vs.. ile uğraşıp, yeniçeri vazifelerini ikincil olarak getirmeye başladılar. Doğal olarak da yeniçerilerin savaş becerileri giderek azalmaya başladı. Hatta, halka yapmaya başladıkları zulüm ile de halkın nefretini kazanmaya başladılar. 1700′ lü yıllardan kaldırılacakları 1826 yılına kadar yalnızca çıkardıkları isyanlarla ile anılır oldular….
Bu kısa girişten sonra gelelim Lale devrini bitiren Patrona Halil Konusuna..
Patrona’nın kökeni İtalyancadır ve Osmanlı donanmasındaki idari gemilerin ikincisine verilen isimdir.
Donanmada Kaptanı Derya’nın kullandığı birinci gemiye “Kapudane”, ikinci gemiye “Patrona”, üçüncü gemiye ise “Riyale” denilirdi.
Peki, Halil Amiral filan mıydı, da Patrona ön lakabıyla anılıyordu?
Kesinlikle hayır.
Kaptan-ı Derya‘nın üç yardımcısından biri olan Patrona (koramiral) adı ona bu görevde bulunduğundan değil, Halil’in bir müddet patrona gemisinde miçoluk yapmasından dolayı Arnavut hemşerilerinin verdiği lakaptan ileri gelir.
Arnavut kökenli olan Halil, Patrona kadırgasında levent olarak görev yaparken gemide çıkan bir ayaklanmaya katıldığı için yakalanıp kürek cezasına (forsalık) çarptırıldı. Ancak, bir deniz savaşı sırasında batan gemiden kurtulmayı ve Niş kentine kaçmayı başardı. Daha sonra da 1720 yılında Bulgaristan‘ın Tuna nehri kıyısındaki Vidin’de bir ayaklanmaya önayak oldu; ayaklanmanın bastırılması üzerine İstanbul‘a kaçarak Yeniçeri ocağına girdi. Patrona Halil, İstanbul’a döndükten sonra seyyar satıcılık yapmasını yasaklayan bölükbaşıya karşı çıktığı için yeniçerilikten atılınca, Beyazıt hamamında tellak olarak çalışmaya başladı.
Patrona Halil, bundan sonraki hayatını hamam tellaklığı ve esnaflık gibi işlerde zaman geçirdiği bilinmekte, gündüzleri sokak sokak dolaşarak yüksük, iğne ve iplik satmakta, akşamları ise kazandığı parayı Galata meyhanelerinde harcayarak hayatını sürdürmekteydi. Aslına, daha çok meyhanelerde sürekli içen bir boş gezendi. Bu sırada bir cinayet işledi, Galata Voyvodası tarafından tutuklanmasına rağmen Kaptan-ı derya Mustafa Paşa’nın araya girmesiyle bağışlandı.
Kısacası, yeniçeri ayaklanmalarına katılarak daima düzene karşı çıkan Patrona Halil en sonunda, etrafında topladığı ve İstanbul’daki Türk olmayan serseri takımından meydana gelen avenesi ile Sultan 3. Ahmet’e isyan hazırlıklarına başladı.
İlk denemesi 1729 senesinde Sadabad’ da oldu: Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa iyi korunduğu için, Patronalı Halil’in 120 serserisinden 100 ü yakalandı, ancak 17 si kurtulabildi.
İkinci denemesi ise 1730 da olacak ve bu sefer yalnız kendini düşünen 3. Ahmet, eğerli Vezir-i Azam’ı Damat İbrahim Paşa ile 36 devlet ileri gelenini çapululara feda edecekti:
İlk başta etrafına topladığı 30 serseriden başka destek bulamayan Patronalı Halil, ikinci günde bazı yeniçeri ocakbaşlarını da yanına kattı. Tek eksik Şeyh-ül İslam’dan alınması gereken fetva idi. Fetvayı da yükselme hırsı olan bir müftüden alarak gerçekleştirdiler ve 3. Ahmet’in tahtını 1. Mahmut’ a bıraktırdılar ve tarihimizde yer alan Lale Devri de sona ermiş oldu.
Burada hatırlanması gereken 2. Konu: kendini yedi düvelin en güçlü insanı sanan Padişah’ın, basit bir müftüden alınan fetva sonucu tüm iktidarını yitirmesidir!
(Bu ayrı bir yazı konusudur: “Osmanlı Padişahı İmparatorluğun en güçlü kişisi miydi?”)
İsyandan sonra devlet yönetiminde etkili bir konuma gelen Patrona Halil’in saltanatı ancak 59 gün sürdü:
Patrona Halil sık sık Etmeydanı karargahından ayrılıp silahlı olarak Sultan’ın huzuruna çıkıp, istek ve önerilerde bulunmakta ve ayrıca çarşı pazarda denetimler yapmaktaydı. Kasım 1730 ortasında Patrona Halil’in çoğu Arnavut asıllı olan avanesine sağlanan ayrıcalıklardan doğan hoşnutsuzluk dolayısıyla kapıkulu askerleri arasında uyuşmazlık başladı. Bunu önlemek için Patrona Halil Sadaret Kaymakamı görevini yüklenmek istediğini Sultan’a bildirdi.
Sultan 1. Mahmut işlerin daha çok karışmaması için, 23 Kasım’da bir Divan-ı Hümayun topladı ve bütün etrafındakiler ile Patrona Halil bu toplantıya çağrıldı. Burada 25 Kasım’da bir gizli toplantı yapılması kararlaştırıldı. Bu gizli toplantıya gelen Patrona’nın erkanı ve muhafızları birbirinden ayrıldı. Silahlarından arındırılan Patrona Halil ve erkanı Sünnet Odası’ndan alınarak (bazı yazarlara göre ise Revan veya Bağdat köşkünden) öldürüldüler.
Burada sorgulanması gereken 3. konu ise, Topkapı Sarayı’nın 3. ve Sultanlara özel Babüssaade Kapısından içeri bir avuç serserinin nasıl alındığıdır: Babüssaade’nin koruduğu Topkapı Sarayı’nın 3. Avlusu yalnız Osmanlı Hanedanı ve Enderun’ a ait bir bölümdür. Kaldı ki Sünnet Odası, Bağdat ve Revan Köşkü daha da ilerde Has Bahçe dediğimiz 4. Avluda yer almaktadır. Patrona Halil gibi bir isyancının sarayın bir ucunda bulunan bir yere alınması muhtemelen etrafındaki diğer isyancılardan arındırılmak için yapılmıştır; lakin yine de insanın kafasında tatsız sorular oluşmaktadır…
Patrona Halil öldürüldükten sonra, İstanbul sıkı bir denetime alındı. Özellikle hamamlarda çalışıp, yaşayan Arnavutlar dağıtıldı. 2.000 kişi yakalanıp ya idam edildi, ya da Anadolu’ya sürgüne gönderildi. Böylece 25 Kasım’dan hemen sonra Patrona Halil isyanı kalıntıları sona erdirilip I. Mahmut’un gerçek saltanatı başladı…
Bu şekilde, Lale Devri isimli bir Osmanlı tarihi sayfası daha kapanmış oldu..
Hoş, 5 ay sonra Patrona Halil ve arkadaşlarının kanını bahane ederek bir gurup serseri tekrar ayaklanmak istediler. Lakin bu sefer 1.Mahmut hazırlıklıydı: Derviş Gonca başkanlığında 27 Mart 1731 Pazartesi gecesi ayaklanan güruh bastırıldı ve bu guruba dahil olduğu düşünülen 2.500 kişiden hergün 300-400 kişi halka ibret olsun diye şehrin değişik yerlerinde asıldılar..
Osmanlı’nın kanlı tarihinden uzun bir devre de böylece sona erdi..
Kalın sağlıcakla..
Dr. Ahmet Girgin
Ağustos 2016