Rauf Orbay 6: Ata’ya İzmir Suikastı ve Sonsöz
Altıncı Bölüm
Ata’ya İzmir Suikastı ve Sonsöz
İzmir Suikastı Atamıza düzenlenmeye çalışılan ilk suikast değildir. Önce Ankara ve Bursa’da yapılmak istenmiş, fakat düşünce aşamasındayken vaz geçilmiştir.
Galip Vardar Bey, anılarında suikast düşüncesinin oluşmasını şöyle anlatıyor:
“… Bu Parti’de (Terakkiperver Cumhuriyet Partisi) en mühim rol üç kişinin elinde idi. Biri İzmit Mebusu Şükrü Bey (Eski Maarif Nazırı Şükrü Bey 1908 Meşrutiyetinde suikastlar tertip eden hususi komitenin başında idi. (1)), İkincisi Kara Kemal Bey (Eski İaşe Nazırı Küçük Efendi Kara Kemal) ve üçüncü de İsmail Canbolat Bey. İttihat ve Terakki ruhu ihya edilince iktidarı ele geçirmek de kendiliğinden hortlamıştı.
Evvela Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmak gerekir diyen Şükrü Bey, fikrine taraftar olarak Kara Kemal’i bulmuştu” (2)
Bu ekip suikastı yapabilecek bir fedai aradı. Sonunda hükümete kırgın bir eski İttihatçı olan Abdülkadir Bey, onları eski Lazistan (Rize) milletvekili Ziya Hurşit Bey’le tanıştırdı.(3)
Ziya Hurşit, Almanya’da öğrenim görmüş yurda döndüğünde öğretmenlik yapmış, yaşı müsait olmadığı halde Büyük Millet Meclisi’ne Lazistan Milletvekili olmuştu. Düşündüklerini söylemekten çekinmezdi. Atatürk Sakarya Savaşı’nı kazanıp Ankara’ya döndüğünde büyük bir törenle karşılanınca Meclis’teki kara tahtaya “Bir millet kendi putlarını kendi yapar, kendi tapar diye yazmıştı”(4). (Muhtemelen “Atatürk’e tapınma”yı, karşıt kişiler bu sözden yola çıkarak söylemişlerdir.)
Cumhuriyetin ilanına da muhalif oy vermişti. Bu arada İstiklal Madalyası alması da Meclis’te Halk Partili milletvekillerince engellendiğinden bu öç alma duygusu daha da körüklenmişti. Ziya Hurşit ölümden bile korkmayacak kadar gözü pek ve ataktı. Milletvekili iken gönüllü olarak cepheye gitmiş ve düşmanla cephe savaşı yapmıştı.
Ziya Hurşit silah kullanacak adam bulma işini üzerine aldı.(5) Önce Laz İsmail’i buldu, zaten sabıkalı biri olan bu adam daha önce bir soygun meselesi yüzünden hapse girmişti. Silah kullanacak üçüncü kişi olarak da Gürcü Yusuf bulundu.
SUİKAST PLANLARI
Toplantılar sonucu Suikastın Ankara’da yapılmasına karar verildi. Ziya Hurşit ve arkadaşları Ankara’ya hareket ettiler. Atatürk’ün Kurtuluş savaşı başında can dostu olup, sonra karşısına yer alan Miralay Ayıcı Arif Bey ile ilişki kuruldu.
Hükümetin, Cumhurbaşkanının başkanlığında yaptığı bir toplantıyı basmayı düşündüler. Ancak koruma önlemlerinin çok sıkı olduğunu görünce vazgeçtiler. Daha sonra Ankara Kulübünde ve Türk Ocağı binasının önündeki mezarlıkta pusu kurmayı plânladılar; fakat çeşitli sebeplerden eyleme geçemediler.
Ankara’da amaçlarına ulaşmakta zorluk çekeceklerini anlayan suikastçılar, düşüncelerini Atatürk İstanbul’a gittiği bir sırada gerçekleştirmek üzere çalışmalarına devam ettiler, Fakat Atatürk’ün İstanbul’a gitmesi bir türlü gerçekleşmedi. Bu sırada Bursa’ya gideceği söylentileri yayıldı. Bunu duyan suikastçılar keşif için Laz İsmail’i Bursa’ya gönderdiler.(6) Suikast Bursa’da yapılırsa dağa çıkmak gerekeceğini söyleyen İsmail burayı beğenmedi.
Bu sıralarda Atatürk’ün İzmir’e gideceği haberi duyuldu. Haberi alan Ziya Hurşit ve arkadaşları suikast için en uygun yerin İzmir olduğuna karar verdiler.
Suikastçılar İzmir’e gitmeden evvel, Şükrü Bey’den silah, cephane ve bir de mektup aldılar. İzmir’de Sarı Efe Edip adında bir çiftlik sahibine yazılan bu mektup Şükrü Bey ve Albay Rasim tarafından imzalanmıştı. Albay Rasim eski İttihat ve Terakki komitacılarındandı. 11 Haziran’da vapurla İzmir’e hareket eden Ziya Hurşit ve arkadaşları, burada Sarı Efe Edip’i bulmuşlar o da onlara yardımcı olacak diğer adamları, bu arada Giritli Şevki’yi de tanıştırmıştı. Giritli Şevki’nin deniz motoru vardı. Suikasttan sonra deniz yoluyla kaçabileceklerdi.
Suikastçılar arasında şu plân uygun görülmüştü:
Suikast Başoturak ile Yemişçarşısından gelen sokakların, Kemeraltındaki Hükumet Caddesiyle birleştiği noktada yapılacaktı. Burası hem yolun dönemeç yeriydi, hem de oldukça dardı. Atatürk’ün otomobili buradan geçerken doğal olarak yavaşlayacaktı yani suikasta en uygun yerdi.
Yolun bir köşesinde İzmir’de tanıştıkları Çopur Hilmi’nin arkadaşlarından Nuri isminde birinin tuhafiye dükkanı vardı. Çopur Hilmi çoğu zaman oraya uğrardı. Atatürk’ün İzmir’e gideceği gün de o dükkana gidip oturacaktı. Ziya Hurşit ve arkadaşları da dükkanın önünden geçecekler ve Çopur Hilmi ile selamlaşacaklardı. Hilmi onları içeriye davet edecek ve Atatürk gelinceye kadar orada bekleyeceklerdi.
Dükkanın bulunduğu köşe, Yemiş Çarşısı’na giden yolun ağzındaydı. Biraz ilerisinde de bir yazıhane vardı. Bu yazıhanenin önünde bir otomobil duracaktı. Önce Laz İsmail ile Gürcü Yusuf tabancaları ile ateş edeceklerdi. Bu arada gerekirse bomba da kullanılacaktı. İlk saldırıda başarı elde edilemezse arkada duran Ziya Hurşit de ateş edecekti. İş bittikten sonra kalabalığa karışıp bekleyen otomobile binecekler, Konak İskelesi’ne gelecekler, orada hazır bulunan Şevki’nin motoruna atlayıp Sakız Adası’na kaçacaklardı.
İHBAR
Gezi programına göre Atatürk’ün 16 Haziran 1926 günü İzmir’e gelmesi gerekiyordu. Fakat daha Bandırma’dayken İzmir Valisi Kazım Paşa’dan, kendisine Haziran’ın 15’inde bir suikast düzenleneceğine dair telgraf almıştı. Bu nedenle İzmir’e gelişini geciktirdi.
Bu bekleyiş esnasında da Sarı Efe Edip ihtiyatlı olmak için İstanbul’a gitmişti. Motor sahibi Giritli Şevki, Atatürk’ün gezisini ertelemesi ile Sarı Efe Edip’in İstanbul’a gidişi arasında bir bağ kurarak telaşlanmış ve suikast işinin anlaşıldığı düşüncesiyle, ihbarcılardan biri olabilmek için doğru İzmir Valisi’ne koşmuştur. Burada Atatürk’e yazdığı şu ihbar mektubunu İzmir Valisi Kazım Dirik’e vermiştir:
“Gazi Paşa Hazretleri’ne,
Bendeniz Yunan Harbinde Sarı Efe Edip Bey’in arkadaşı idim. Dün akşam bir haber gönderdi. Bir yere gittim. Orada tanıdığım Hilmi isminde bir zabitle hiç tanımadığını sonradan anladığım sabık Lazistan Mebusu Ziya Bey isminde birisi vardı. Ve size suikast edecekleri ve onlara muavenet etmekliğimi teklif ettiler. Bendeniz hemen orada işlerini bitirmek şiddetle fikrimden geçti ise de daha önce halaskarımıza haber vermek daha iyi olacağını hissettim ve muavenet edeceğimi söyledim. Ve bütün plan ve arkadaşlarını anladıktan sonra ayrıldık.
Buranın zabıtasına emin olmadığım için doğrudan doğruya zat-ı alinize haber veriyorum. Planlarını anlatmak için yazım az olduğundan emir buyuracağınız zata şifahi anlatmaya hazır olduğumu arz ile hürmet eylerim.
15 Haziran 1926 Giritli Şevki”
SUİKASTIN ORTAYA ÇIKARILMASINDAN SONRA GELİŞEN OLAYLAR
Giritli Şevki’nin bu ihbar mektubu ile olay anlaşılmış, büyük Önder’imiz ve dolayısıyla milletimiz tesadüfler sonucu faciadan kurtulmuştu. İhbarın yapıldığı gün Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi yakalandılar. Bir gün evvel İstanbul’a giden Sarı Efe Edip İstanbul’da tutuklandı. Yalnız eski İttihatçılardan Kara Kemal, İstanbul’daki evinde sıkıştırıldığı sırada kendisini öldürdü.
Hükumet ihbar olayından haberdar olunca Ankara İstiklal Mahkemesinin hemen İzmir’e gelerek olaya el koymasını kararlaştırdı. 17 Haziran 1926 günü özel bir trene binen mahkeme heyeti İzmir’e geldi.
Başkanlığını Afyonkarahisar Milletvekili Ali (Çetinkaya) Bey, üyeliklerini Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali Bey, Aydın Milletvekili Reşit Galip Bey, Rize Milletvekili Laz Ali (Zırh) Bey ve Savcılığını Denizli Milletvekili Necip Ali (Küçüka) Bey’in yaptığı, üyelerinden dördünün adı Ali olduğu için Aliler Mahkemesi de denilen İstiklal Mahkemesi bu suikast işini şöyle değerlendiriyordu:
“Bu bir İttihatçı meselesidir. Evvelden beri İttihatçılar iktidara gelmek istemişlerdir. Bunların yanında bütün eski İttihatçılar, onların yanında bütün eski Terakkiperverler ve onların arasında da bütün kötü niyetliler vardır. Bunların hepsi İsmet Paşa Hükümetini devirmek ve İttihatçıları iktidara getirmek istemişlerdir. Bu hedeflerine varabilmek için özellikle, Doğu (Şeyh Sait) ayaklanmasını kışkırtmışlar, hatta buna önayak olmuşlar; fakat başarıya ulaşamamışlardır. Sonra da Gazi’yi ortadan kaldırarak hedeflerine ulaşmak yani hükümeti devirip iktidarı ele geçirmek istemişlerdir”(7).
Bu görüşten hareket eden İstiklal Mahkemesi bütün Terakkiperver Cumhuriyet Partili Milletvekillerini ve muhalefetteki bütün etkili İttihatçıları tutuklama kararı verdi.
Suikast haberinin duyulması, yurdun her yanında özellikle de İzmir’de büyük üzüntü ve galeyan yarattı. Bu sırada Anadolu Ajansına bir demeç veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk, demecinin sonunda halkına olan güvenini şöyle dile getiriyordu:
“-Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
ATATÜRK’ÜN ZİYA HURŞİT İLE GÖRÜŞMESİ:
Bu durumda bile sükûnetini koruyan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kendini vurmak isteyenlerin başı olan Ziya Hurşit ile karşılıklı konuşabiliyordu:
“- Ziya Hurşit Bey. Uzun bir zaman teşriki mesai etmiş değil miydik? Bir gaye uğruna çalışmadık mı?
– Evet Paşam…
– Nedir bu suikast? Hem de şebekenin elebaşısı, ruhu imişsiniz öyle mi?
– Öyle… Doğrudur! Suikast yapmaya geldim. Amma kuvvede kaldı… Fiile çıkmadı. .
– Sizden bunu beklemezdim.
– Dünya beklenmedik şeylerle doludur Paşam. Ne yapayım ki, karşınız da bu vaziyette suçlu olarak bulunuyorum. Ne diyebilirim?”
Bu konuşma aynı şekilde 10 dakika kadar sürer. Sonra Atatürk’ün işareti ile Ziya Hurşit’i alır götürürler. Sabah olur bu sefer Ziya Hurşit konuşmak ister. İsteği kabul edilen Ziya Hurşit “Paşam” diye söze başlar ve şöyle devam eder:
“- Dün gece hakkımda göstermiş olduğunuz lütufkârlıktan son derece müteessir oldum. Şaşkınlıkla konuşamadım. Bazı sualinize istediğim gibi cevap veremedim. Fakat her şeye rağmen müsait hareketiniz bana emniyet ve cesaret verdi. Size karşı bir suikast teşkilatı mevcut olduğunu ve icrasınında bizzat benim tarafımdan kabul edilmiş olduğunu tekrar itiraf ederim. Sebepler sizce malûmdur. Epey zamandan beri aramızda şiddetini artıra artıra sürüp giden anlaşmazlıklardır. Teşkilât yeni değildir. Hayli zamandan beri gizlice faaliyettedir. Suikast daha önce Ankara”da yapılacaktı; fakat biraderim Ordu Mebusu Faik, ya neticeden korkarak yahut şahsi endişesine düşerek tatbikatın tehir edilmesini bize tavsiye etti. O zaman onu dinledik. Bu sefer hiç kimseyi dinlemedik. Tatbik kararımız katiydi.”(8)
Gazi de cevap olarak:
“- Ben intikamcı bir adam değilim. Fakat, iş artık mahkemeye intikâl etmiştir. Neticeyi beklemekten başka çare yok. Müdahale edemem” demiştir(9).
İSTİKLAL MAHKEMELERİ
Suikastın mahkemesi iki safhada oldu. İzmir İstiklal Mahkemesinde görülen birinci safhada suikasta direkt olarak karışanlar, Ankara İstiklal Mahkemesinde görülen ikinci safhada ise ittihatçı komplosuna karışanlar yargılandı. Bu mahkemeler sonucunda suçlu bulunanlar cezalandırıldı.
İzmir Suikastının başarıya ulaşamaması Türk milleti için çok büyük bir şanstır. İnkılapların peş peşe uygulandığı, yeni bir düzenin getirildiği Türkiye’de her şey Atatürk’ün omuzlarında inşa edilmişti. Tüm güçlükleri O karşılıyordu. O’nun ölmesi, o zamana kadar yapılanların yok olması, tekrar geriye dönüş demekti.
Şimdi gelelim, bu olaylar sırasında Rauf Orbay nerelerde ne yapmaktadır konusuna:
Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bağımsız kalınca, bir süreden beri sıtmadan rahatsız olan Rauf Bey, Meclis Başkanlığından 2 Mayıs 1926 tarihinde izin alarak, tedavi olmak için Avusturya’ya gitti. Tedavisi bittikten sonra da, o sırada İngiltere’de bulunan Doktor Adnan Bey (Adıvar) ve eşi Halide Edip Hanım’ı ziyaret için Londra’ya gitti. Rauf Bey Londra’da iken Mustafa Kemal Paşaya suikast girişimi ortaya çıkartıldı. Ali Çetinkaya’nın başkanlık ettiği, İzmir İstiklal Mahkemesi, Rauf Beyi suikast girişimiyle ilgili bulup onu gıyaben muhakeme ederek, 26 Ağustos 1926 tarih ve 111/69 sayılı kararıyla on yıl Kalebentliğe, medeni haklardan mahrum edilmesine ve mallarının haczine hüküm verdi. Bu karar, Rauf Beye Londra Büyük Elçiliği vasıtasıyla tebliğ edildi. Mahkeme kararı, 3 Kasım 1926 tarihinde TBMM’de okunarak, Rauf Beyin milletvekilliği sona erdirildi. Rauf Bey, İzmir Suikastında kendisine isnat edilen suçları ve kararı kesinlikle kabul etmedi, ancak kararın temyiz kabiliyeti olmadığı için de yurda dönmedi.(10)
Hüseyin Rauf Bey, yurt dışında kaldığı günlerini İngiltere, Hindistan, Çin ve Mısır’da geçirdi. Londra’daki dostları vasıtasıyla, önce Hindistan’a gitti. Delhi ve diğer büyük şehirlerdeki üniversitelerde Hintli aydınlara, Türk İnkılaplarına dair konferanslar verdi. Hindistan’dan Londra’ya döndükten sonra, bir de Çin seyahatine çıktı. Çin seyahati dönüşü Londra’da fazla kalmayarak, Birinci Dünya Savaşı’nda İstanbul’da bulunmuş olan Mısırlı Prens Tosun Paşa ve oğullarının ısrarlı daveti üzerine Mısır’a gitti. Vatana dönene kadar Kahire civarındaki Heliopolis’te bir pansiyonda kaldı.(11)
Rauf Bey, Mısır’da söz konusu pansiyonda kalırken nihayet, “Cumhuriyetin 10. Yıldönümü” münasebetiyle kabul edilerek yayınlanan 26 Ekim 1933 tarih ve 2330 sayılı kanunun 8. maddesiyle affa uğradıysa da, vatana dönmesi için ısrar eden dost ve yakınlarına memlekete dönmenin suikast cürümüne iştiraki kabul demek olacağını, hiç bir zaman bunu kabul etmediği için dönmeyeceğini bildirdi. Fakat o sırada ailenin büyüğü olan Aziz Beyin ölümü üzerine, kız kardeşi Mısır’a Rauf Beyin yanına giderek onu vatana dönmeye ikna etti. 5 Temmuz 1935’te vatana döndü. 3 Aralık 1935 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile emekli aylığına bağlandı.
TBMM’nin 6. döneminde açık bulunan bir milletvekilliği için, Cumhuriyet Halk Parti Genel Başkanlık Divanı, 22 Ekim 1939 tarihli bir beyanname ile kendisini aday gösterdi. Bu beyannamede suikast olayı ile bir ilgisi olmadığı da vurgulandı (12). Sonuçta Kastamonu Milletvekili seçildi ve 8 Kasım 1939 tarihli oturumda TBMM toplantısına katılarak yasama görevine başladı, ancak CHP’ye katılmadı. İkinci Dünya Savaşının en kritik döneminde, Türkiye’yi temsil etmesi, hükumetçe daha uygun görülerek, 17 Şubat 1942’de Londra Büyükelçiliğine atandı ve milletvekilliğinden çekildi. Londra Büyükelçiliği görevini 9 Mart 1944’e kadar sürdürdü. Bu görevden, Dışişleri Bakanlığı’nda “işlerin şunun bunun iltimaslısı kimseler” tarafından yürütüldüğü gerekçesiyle istifa ederek yurda döndü. Bundan sonraki hayatını, üniversitelerde ders ve konferanslar vererek, seyahatlere çıkarak, siyasetten uzak bir şekilde geçirmiştir. Nihayet İstanbul Cihangir’deki evinde 16 Temmuz 1964 Perşembe günü saat 13.20’de bir kalp krizi sonucu vefat etmiştir.
Sonuç
Osmanlı Devleti’nin son yarım asrında doğup, büyüyen ve bu dönemin siyasî akımlarından da etkilenen Hüseyin Rauf Orbay, İttihat ve Terakki Partisi’ne daha askerî öğrenci iken ilgi duyup katılmış, zamanla bu partinin en üst yöneticileri arasına kadar yükselmiştir. Rauf Bey, İmparatorluğun çöküşüne şahit olmuş, onu kurtarma mücadelesi verenler arasında yer almıştır. Ona göre, Mustafa Kemal Paşa olmasaydı, Milli Mücadele kazanılamazdı. O, bu görüşünü şöyle ifade etmektedir:
“-Mustafa Kemal Paşa olmasaydı, Milli Mücadele yapılabilir miydi? Bana kalsa, hayır!
-Kazım Karabekir Paşa olmasaydı,.. -Rauf Orbay olmasaydı, Milli Mücadele yapılabilir miydi? Bana kalsa, hayır!”
-Ama Refet Paşa olmasa, İsmet Paşa olmasa, hatta Ali Fuad Paşa olmasa, -bana kalsa- yine Milli Mücadele olabilir, başarılabilir, bu değerli askerlerin yerine başka değerli askerler doldurabilirlerdi!”.
Anadolu’ya geçtiklerinde Mustafa Kemal Paşa 9. Ordu Müfettişi, Rauf Bey ise sabık Bahriye Nazırı idi. Amasya Genelgesini birlikte imzaladılar. Erzurum, Sivas Kongreleri ile Heyeti Temsiliye’nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Başkan Vekili Rauf Bey idi.
Rauf Bey, Lider’e ilk itaatsizliğini, Meclis-i Mebusân’ın İngilizler tarafından basılma ihtimali anlaşılınca, Mustafa Kemal’in “derhal Ankara’ya gel” emrini uymayarak yapmıştı. Lider’in bunu bir kenara not ettiği kuşkusuzdu. Rauf Beyin, Malta esaretinden kurtuluşundan sonra Ankara’ya gelişinde, TBMM’de siyasî tabanlı gruplar oluşmuştu. Mustafa Kemal, Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun başıydı. Rauf Bey, Müdafaa-i Hukuk Grubu içinde kalmakla birlikte İkinci Grup ile ilişkisini sürdürdü. Rauf Beyin bu tavrı Gazi’nin dikkatinden kaçmamıştı. Atatürk, onun İkinci Grup üzerindeki etkisini kullanmak için, onu başbakanlığa atadı. İlişkileri, Rauf Beyin başbakanlıktan istifasına kadar sürdü. Daha sonra Rauf Bey muhalefete kaydı.
İsmet İnönü’ye göre, Rauf Bey ile Atatürk’ün arasındaki ihtilâfın iki temel sebebi vardı. Birincisi, Atatürk’ün yaptığı reformlardır. İkincisi ise, Rauf Beyin önde bulunmuş bir kişi olarak, yapılan işlerin kendisiyle müzakere edilmesini istemesidir.(13)
Mustafa Kemal Paşa cumhuriyetçi ve inkılapçı (devrimci) bir lider olup, Türkiye’yi çağdaş ve laik bir sisteme doğru adım adım götürmektedir. Rauf Bey ise, bugünkü siyaset literatürüne göre “muhafazakar” bir siyaset adamıdır. Cumhuriyete karşı olmamakla birlikte, parlamenter demokrasiyi savunmakta, bu sistemin saltanat ve halifelikle gidebileceğini düşünmektedir. Sonunda, Millî Mücadele’nin iki büyük ismi ayrı siyasal yapılarda yer almışlar ve ilişkileri kopmuştur. Bu kopuş Rauf Beyin 1935 yılında yurda dönüşüne kadar sürmüştür.
Hüseyin Rauf Bey din, din-siyaset ilişkisi, hilafet, saltanat ve Türk kimliği altında alt kimlik taraftarlığı gibi hassas konularda, düşüncelerini gayet net bir şekilde şöyle açıklamaktadır:
“Ben dindarım, fakat ne kendimi ne de dinimi siyasete âlet eden fikirsiz ve vicdansız değilim. Hayatta feragat, istikamet, hizmet (askerlikteki feragatli çalışmalarım) ve iyilik nâmına ne yapmışsam… dinî terbiyeme borçluyum. Hilâfet propagandacısı değilim… Padişahlar, bu mefhumu…, kendi saltanatlarına âlet etmişlerdir. Cumhurreisi, halkın seçimi ile tayin olunur, irsî riyasete imkân yoktur. Ben, fikirli, bilgili bir dindar olarak, bunlara göre hilafet propagandasına karşı menfi vaziyet almak zorundayım. Kürtlükle alakam; validem cihetiyledir. Fakat bütün hayatımda, hiçbir Kürtlük siyasi cereyanına katılmadım, Kürtlük davası güden cemiyetlere girmiş de değilim. Çünkü ben, ömrüm boyunca zabitlikle yaşadım. Bu vatanda yaşayan bütün ırkların, bir bayrak altında birleşmiş sarsılmaz birliğin hizmetkarıyım. Bu camiadan bir kısmı lehine, diğer kısmı aleyhine his, fikir beslemek kat’iyen doğru olmaz kanaatim sağlamdır. Ben, bu müttehit (birlik olmuş) millete, bu müşterek vatana sadık ve daima bütün varlığımla bağlı olacağıma yemin ederek, orduya girmiştim. Başka türlü düşünemem”.
Sonsöz:
- Rauf Orbay Hamidiye Kaptanı olarak korkusuz bir kahramandır ve Akdeniz’i tek bir kruvazör ile hallaç pamuğu gibi atmıştır.(Bakınız: http://girgin.org/rauf-orbay-1-hamidiye-efsanesi-ve-kahramani/ )
- Mudanya Ateşkesinde Vahdettin’in emir kulu Bahriye Nazırı olarak imza atmak zorunda kalmıştır. Bundan dolayı bir suçlama yüklenemez.(Bakınız: http://girgin.org/rauf-orbay-2-mondros-ateskesini-imzalamasi/ )
- Kurtuluş Savaşını başlatan ekibin içinde yer alarak vatanseverliğini göstermiştir.
- Cumhuriyetin kuruluşunda ve Hilafetin kaldırılmasında o zamana kadar ekmeğini yediği Sultan’a karşı ahde vefa ( verilen nimete karşı hainlik etmeme) göstermeye çalışmıştır. (Bakınız: http://girgin.org/rauf-orbay-3-saltanatin-kaldirilmasi-ve-lozan-anlasmazligi/ ile http://girgin.org/rauf-orbay-4-cumhuriyetin-ilani/ ve http://girgin.org/rauf-orbay-5-halifeligin-kaldirilmasi/
- Şahsen, İzmir suikastı ile direkt bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum; öyle olsa, ilk af çıktığında koşa koşa ülkeye geri dönerdi. Zaten İstiklal mahkemesinde de suikast haberini duyduğu halde Atatürk’ e haber vermemesinden dolayı yargılanmıştır.
Muhafazakar ve ahde vefalı bir vatanseveri örnek alarak Atatürk’e karşı fikirleri irdelemeye çalıştığım bu yazı dizisi de böylece sonlandı…
Kalın sağlıcakla…
Dr. Ahmet Girgin
Eylül 2018
Kaynaklar:
- Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş, İstanbul, 1980, s. 402-403.
- Samih Nafiz Tansu, İttihat ve Terakki İçinde Dönenler, Anlatan: Galip Vardar, İnkılâp Yay., İstanbul, 1960, s. 395-396
- Samih Nafiz Tansu, a.g.e., s. 396.
- Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930), Ankara, Goloğlu Yayınları, 1972, s. 191 ve Kılıç Ali, İstiklâl Mahkemeleri, Sel Yay., İstanbul, 1955, s. 64.
- Samih Nafiz Tansu, a.g.e., s. 396.
- Kandemir, İzmir Suikastının İç Yüzü, C. I, Ekicigil Tarih Yayınları, İstanbul, 1955, s. 26.
- Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930), Goloğlu Yayınları, Ankara, 1972, s. 197.
- Kandemir, a.g.e., C.I, s. 20.
- Aydemir, Şevket Süreyya; Tek Adam, Ankara, 1966, c. 3, sh. 277.
- İzmir İstiklal Mahkemesinin iddiasına göre, “Suikasttan birinci derecede suçlu Ziya Hurşit’in ağabeyinin yapılan sorgulamada, Rauf Bey’in kendisine, Ziya Hurşit’in bir suikast yapmayı planladığından, bunu engel olmasını istediğini belirttikten sonra, Rauf Bey’in suikast girişimini Kazım Karabekir ve Refet Paşa’ya haber verdiğini Rauf Bey’in bu olaya sessiz kaldığını belirtmiş”. “Suikast hazırlığını duyunca buna haber vermediği gibi, ben gidiyorum, siz ne yaparsanız yapınız”, diyerek Avrupa’ya gitmiş olmasından bu gizli girişimden haberi olduğu kanısına varılarak suçlu bulunmuştur”. Mahkeme için bkz. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri –Yakın tarihimizin Gerçekleri-, İstanbul 1998, Şefik Matbaası, 2. Baskı, s. 372, 379-82; Rauf Bey hatıralarında “komplo” olarak gördüğü suikast hadisesine uzun bir yer ayırmıştır. Bkz. R. Orbay, a.g.e., II, s. 195-223, 251-56.
- Orbay, a.g.e., II, s. 235-36.
- Orbay, a.g.e., II, s. 249-57.
- Paşaların Kavgası – İnkılap Hareketlerimiz, (Yay. Haz. Faruk Özerengin), İstanbul 1995, EKO, s. 100.
- http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-58/huseyin-rauf-Orbayin-hayati-1880-1964
- http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-28/izmir-suikasti-2
Erhan sirekin
25 Eylül 2018 @ 08:32
Ozelikle yaziniz benim icin bilmedigim bir iki konuyu ogrenmeme nedrn oldu. Eĺleriniz dert gormesin. Işığınız sonmesin.